ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TURKISH JOURNAL OF FAMILY PRACTICE - Türk Aile Hek Derg: 23 (1)
Volume: 23  Issue: 1 - 2019
KLINIK MAKALE
1.The new volume of our magazine and first issue
Esra Saatçı
doi: 10.15511/tahd.187.00101  Page 1
Abstract

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.Multiple drug use in elderly in primary care: An example of rural field
Raziye Şule Gümüştakım, Duygu Ayhan Başer
doi: 10.15511/tahd.19.00102  Pages 2 - 8
Amaç: Birinci basamakta çoklu ilaç kullanımı (polifarmasi) ve uygunsuz ilaç kullanımı riskinin yüksek olduğu; ve bu durumun, çoğunlukla yaşlı hastalarda görüldüğü söylenebilir. Bu çalışmadaki amacımız da, birinci basamakta yaşlılarda çoklu ilaç kullanımının incelenmesi ve çalışma sonucuna göre alınması gereken önlenmelerin belirlenmesidir. Yöntem: Araştırma kesitsel tanımlayıcı tipte olup, araştırma evreni 15.11.2013-15.02.2014 tarihleri arasında Karaman Sarıveliler İlçe Entegre Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği’ne herhangi bir nedenle başvuran 65 yaş ve üzeri hastaları kapsamaktadır. Araştırma grubuna, polikliniğe reçete yazdırma ya da herhangi bir hastalık yakınması ile başvuran, sözlü onamları alınan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 65 yaş ve üstü 310 hasta alınmış; ancak anket formunda bilgileri eksik kalan 10 hasta çalışma dışı bırakılmıştır. Bulgular: Çalışmamıza 169 kadın (%56,3) ve 131 erkek (%43,7) olmak üzere toplamda 300 hasta dahil edilmiştir. Hastaların yaş ortalaması 73,05±6,20’dir. Hastaların %58,3’ü (n=174) dört ve üzeri ilaç kullanmaktadır. En fazla kullanılan ilaç grubu %72,7’lik (n=218) bir oran ile kardiyovasküler sistem ilaçlarıdır. Sosyodemografik özelliklerle ilaç sayıları karşılaştırılmış olup arada sadece cinsiyetle anlamlı fark bulunabilmiştir (p=0,040). Kadınların erkeklere nazaran daha fazla ilaç kullandığı gözlenmiştir. Sonuç: Birincil bakımdan sorumlu aile hekimlerinin hastalarını değerlendirirken çoklu ilaç kullanımı ve özellikle etkileşime girebilecek ilaçlar konusunda dikkatli olması gerekmektedir.
Objective: It can be said that the risk of polypharmacy and inappropriate drug use is high in primary care and this situation is often seen in elderly patients. Our aim is determining multiple drug use in elderly and determination of the prevention to be taken according to the results of the study. Methods: The study is a cross-sectional descriptive type and the research population covers patients aged 65 years and older who applied to the Family Medicine Polyclinic of Karaman Sarıveliler District Integrated Hospital between 15 November 2013 and 15 February 2014. A total of 310 patients aged 65 years and over included in the study. They have received oral informed consent and. 10 patients who had missing information in the survey form were excluded from the study. Results: A total of 300 patients, 169 female (56.3%) and 131 male (43.7%) were included in the study. The mean age of the patients was 73.05±6.20. 58.3% (n=174) patients were using four or over drugs. The most commonly used medication group is the cardiovascular system drugs with 72.7% (n=218). Sociodemographic characteristics were compared with the number of drugs and there was a significant difference between the sexes (p=0.040). It is observed that women use more drugs than men. Conclusion: Family physicians responsible for primary care need to be careful about the use of multiple drugs and especially those the drugs that may interact each other while evaluating their patients.

OLGU SUNUMU
3.Postpartum evaluation of the mothers’ knowledge about breastfeeding and the importance of breast milk
Selin Çakmak, Ayşe Seda Demirel Dengi
doi: 10.15511/tahd.19.00009  Pages 9 - 19
Amaç: Bu çalışmanın amacı, anne sütü ve emzirmeye ilişkin annelerin bilgi düzeyinin saptanması, yetersiz anne sütü verilmesinin nedenlerinin araştırılması ve buna etki eden sosyodemografik faktörlerin belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: İstanbul Avrupa yakasında bir aile hekimliği birimi ve İstanbul Anadolu yakasında başka bir aile hekimliği birimine Mayıs 2017-Temmuz 2017 tarihleri arasında başvuran 17-43 yaş arası postpartum dönemdeki 201 kadın gönüllü çalışmaya alındı. Anket formundaki 20 soru, hastalara bilgi verilip onamları alındıktan sonra tek bir araştırıcı tarafından dolduruldu. Yaş aralığına uymayan ve emzirmeye başlamamış postpartum dönemdeki anneler çalışmaya alınmadı. İstatistiksel analizler için NCSS (Number Cruncher Statistical System) 2007 (Kaysville, Utah, USA) programı kullanıldı. Anlamlılık en az p<0,05 düzeyinde değerlendirildi. Bulgular: Annelerin yaşları 17 ile 43 arasında değişmekte olup, ortalama 27,46±6,61 yıldır. Bebeklerin %44,8’i (n=90) hemen, %31,2’si (n=63) 1 saat sonra, %4,5’i (n=9) 2 saat sonra, %4,0’ü (n=8) 3-5 saat sonra, %6,0’ı (n=12) 1 gün sonra, %9,5’i (n=19) 2 gün ve daha uzun süre sonra anne sütü almıştır. Annelerin %56,7’si (n=114) anne sütü konusunda eğitim almış, %92,0’ının (n=185) anne sütünün önemi hakkında bilgisi vardır. Düşünülen emzirme süreleri incelendiğinde; %3,5’i (n=7) emzirmeye başladığı halde devamında hiç düşünmezken, %3,0 (n=6) 0-6 ay, %8,5 (n=17) 6-12 ay, %73,6 (n=148) 12- 24 ay ve %11,4 (n=23) 24 ay ve üzeri düşünmektedir. Annelerin %14,9’u (n=30) yetersiz süt olduğundan, %42,8’i (n=86) büyümenin geri kalma endişesinden, %13,9’u (n=28) bebeğin sütü almamasından, %4,0’ü (n=8) sağlık sorunlarından ve %2,0’si (n=4) diğer nedenlerden dolayı bebeğine yetersiz anne sütü vermiş olup ek gıda veya mamaya erken başlamıştır; %22,4’ü (n=45) yetersizlik olmadığını belirtmiştir. Anne yaşı ile anne sütü ve emzirme bilgi düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmamıştır (p=0,291). Eğitim düzeyine göre anne sütü ve emzirme bilgi düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,648). Çalışma durumuna göre anne sütü ve emzirme bilgi düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmış ve çalışan annelerin bilgi düzeyi, çalışmayanlardan yüksek bulunmuştur (p=0,001). Sonuç: Çalışmada elde edilen veriler incelendiğinde anne sütünün içeriği, önemi ve yeterliliği, sadece anne sütü ile besleme, emzirmenin devamını sağlama ve ek gıdaya geçme zamanı konusunda annelerin bilgi gereksinimi olduğu aşikardır. Annelere, kayıtlı oldukları aile sağılığı merkezlerinde gebelik takipleri boyunca her seferinde mucizevi bir besin olan anne sütünün önemi anlatılmalı, doğumdan sonraki ilk 1 saat içinde emzirmeye başlamanın sağlanması, kolostrumun bebeğe mutlaka verilmesi ve bebeğin ilk 6 ay su dahil hiçbir ek besine ihtiyacı olmadığı sadece anne sütünün yeterli olduğu hususunda anneler ikna edilmelidir
Aim: The aim of this study is to evaluate the sociodemographic factors about breast milk and breastfeeding descriptively. We want the emphasize the importance of breastmilk by evaluating the reasons behind short duration of nursing and the knowledge levels of the mothers about breast milk and breastfeeding. Material and Methods: The sampling consisted of 201 voluntary postpartum mothers aged 17-43 whom are followed by 2 separate family physician specialist MDs at two different Family Medicine centers in İstanbul during March 2017- July 2017. The data were obtained face to face by one researcher using a questionnaire of 20 questions. Postpartum mothers who have not yet started nursing and are not in between 17-43 years of age were excluded from the study. NCSS (Number Cruncher Statistical System) 2007 (Kaysville, Utah, USA) programe was used to analyse the statistics. Value of p<0,05 was accepted as statistically significant. Results: The mothers ages were between 17 and 43 and the mean age of the mothers was 27,46±6,61. Of the babies 44.8% were breastfed immediately after birth while 31.2% were breastfed within the first hour, 4.5% in two hours, 4% in 3-5 hours, 6% a day later, and 9.5% in at least two days later. Of the mothers 56.7% had training about breastfeeding while 92% of the mothers claimed that they know the importance of breast milk. Although they already started breastfeeding, 3.5% of the mothers did not plan to continue breastfeeding, 3% planned to breastfeed for 0-6 months, 8.5% of them 6-12 months, 73.6% of the mothers planned to breastfeed for 12-24 months and 11.4% of them planned to breastfeed more than 24 months. Of the mothers 14.9% started formula or complementary food due to not having enough milk, while 42.8% of them worried about their babies not gaining enough weight, 13.9% of them said their baby refused breastfeeding, 4% had health issues preventing them to breastfeed and 2% had other reasons for starting formula or early complementary food. Only 22.4% of the mothers had no issues and exclusively breastfed their babies. There was no statistically significant difference between the mothers’age and their knowledge level about breastfeeding (p=0,291) Also there was again no statistically significant difference about the mothers education status and their knowledge level about breastfeeding and breast milk (p=0,648) There was a statistically significant difference between mothers’ occupational status and breastfeeding knowledge levels; working mothers had higher levels of knowlegde than the housewives (p=0,001). Conclusion: The results of this study indicates that the mothers need more education about breast milk ingredients, the importance and the efficiency of breast milk, exclusively breastfeeding and when to start complementary food. Mothers should be educated at their family medicine centers about breast milk and breastfeeding everytime they visit during their pregnancy. The importance of starting breastfeeding within the first hour after birth; colostrum and exclusive breastfeeding in first 6 months excluding water or any other complamentary foods should be emphasised and mothers should gain confidence about nursing

ORIJINAL ARAŞTIRMA
4.Determination of type 2 diabetes risk levels in individuals applying to family medicine
Ercan Kulak, Berrin Berber, Hasan Temel, Sena Nur Kutluay, Murathan Yıldırım, Fatıma Nilay Dedeoğlu, Serap Çifçili, Dilşat Save
doi: 10.15511/tahd.19.00120  Pages 20 - 30
Amaç: Tip 2 Diyabetes Mellitus (T2DM), dünya çapında önemli bir halk sağlığı sorunu olan kronik metabolik bir hastalıktır. Uzun yıllar boyunca asemptomatik olabilir ve ilerleyicidir. Buna bağlı olarak kronik komplikasyonların görülme riski ve hastalık yükü artmaktadır. Bu çalışma aile hekimliği polikliniğine başvuran bireylerin diyabet risk düzeyini belirlemek, yüksek riskli olanları tanı ve müdahale için yönlendirmek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu çalışma herhangi bir nedenle aile hekimliği polikliniklerine başvuran 171 kişinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmacılar tarafından geliştirilmiş olan anket formu yüz yüze uygulanmış; boy, kilo ve bel çevresi ölçümü yapılmıştır. Anket formu katılımcıların sosyo-demografik özellikleri, hastalık ve sağlık alışkanlıkları ile ilgili sorular yanı sıra Finlandiya Diyabet Risk Anketi’ni (FINDRISK) içermekteydi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p?0,05 olarak alınmıştır. Bulgular: Katılımcıların %61.4’ü kadın, yaş ortancası (25.p75.p); 41 (33-52) olup; beden kütle indeksi (BKİ) ortancası 26,42 (23,83-31,14) kg/m2 ’dir. Kadınların bel çevresi ortalaması 90,63±14,69 (ort±ss) cm olup; erkeklerin ise 99,53±12,81 cm’dir. Tüm katılımcıların FINDRISK puan ortancası 10 (6-13) iken kadınların 11 (6-13) olup erkeklerin ise 8 (5-13)’dir. FINDRISK’e göre katılımcıların %19.3’ü yüksek-çok yüksek, %22.2’si orta, %58.5’i hafif-düşük diyabet risk düzeyinde yer almaktadır. FINDRISK puanı ile yaş, BKİ ve bel çevresi arasında pozitif yönde ve istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Sonuç: Aile hekimleri başta olmak üzere erişkin nüfusa hizmet veren klinisyenlerin günlük pratiklerinde kendilerine herhangi bir nedenle başvuran hastaları diyabet açısından taramaları önem arz etmektedir. FINDRISK bu amaçla kullanılabilir; hızlı ve kolay uygulanabilir olması yanı sıra basit, ucuz ve anlaşılır bir tarama yöntemidir.
Objevtive: Type 2 Diabetes Mellitus (T2DM) is a chronic metabolic disease and an important public health problem worldwide. T2DM is a progressive disease and can exist without symptoms for many years. Therefore, the risk of chronic complications and the burden of disease increase. The aim of this study was to determine the diabetes risk level of the individuals who applied to the family medicine outpatient clinic and to guide the high-risk patients for diagnosis and intervention. Methods: This descriptive study was carried out with the participation of 171 people who applied to family medicine outpatient clinics. The questionnaire form developed by the researchers was applied face to face; height, weight and waist circumferences were measured. The questionnaire included questions about the socio-demographic characteristics, disease and health habits of the participants, as well as The Finnish Diabetes Risk Score (FINDRISC). The statistical significance level was accepted as p?0.05. Results: The median (25.p-75.p) age of participants is 41 (33-52) and 61.4% (n:105) of the subjects were female; the median body mass index (BMI) is 26,42 (23,83-31,14) kg/m2 . The mean waist circumference of the women is 90,63±14,69 cm (mean±sd); and 99,53±12,81 cm for males. The median FINDRISC scores of all participants were 10 (6-13), 11 (6-13) in women and 8 (5-13) in men. According to the FINDRISC, %19.3 of the individuals had a high to very high, %22.2 had a moderate and %58.5 had a slightly elevatedlow risk for diabetes. There were positive and statistically significant correlations between FINDRISC scores and age, BMI and waist circumference. Conclusion: It is important that clinicians especially family physicians, who serve the adult population should screen patients who apply for any reason for diabetes in their daily practices. FINDRISK which can be implemented quickly and easily is a simple, inexpensive and clear scanning method.

DERLEME
5.First step in dyslipidemia management: Lifestyle modifications according to up-to-date guidelines
Mehmet Göktuğ Kılınçarslan, Erkan Melih Şahinoğlu
doi: 10.15511/tahd.19.00131  Pages 31 - 40
Kardiyovasküler hastalıklar, dünyada ölümün başlıca sebebi olup, dislipideminin bu hastalıklar için neredeyse bir önkoşul olması dislipidemi yönetimini oldukça önemli hale getirmektedir. Yaşam tarzı değişiklikleri, dislipidemi yönetiminin en önemli basamağıdır. Yaşam tarzı değişikliklerini; diyet, alkol tüketimi, sigara bırakma, egzersiz ve fiziksel aktivite ve kilo verme alt başlıkları altında değerlendirmek uygun bir yaklaşım olacaktır. Yaşam tarzı değişiklikleri, bir dislipidemi olgusunda ilk uygulanması gereken eylemdir. Dislipidemi yönetimi hakkında farklı ülkelerde ve farklı kuruluşlarca birçok kılavuz yayımlanmıştır. Kılavuzlarda yer alan birçok konuda ortak nokta bulunsa da önerilerin kaynağının bilimsel çalışmalar olmasına rağmen yorumlamadaki farklılıklardan dolayı ihtilaflı konular da mevcuttur. İhtilaflı konuların özellikle yaşam tarzı değişikliklerinde yoğunlaştığı görülür, çünkü bu alanda güçlü ve kesin sonuçlar veren çalışmalar yapmak oldukça zordur. Özellikle günümüzde bu ihtilaflı konulardan çıkar sağlamaya çalışanlar olması daha fazla kafa karışıklığına neden olmaktadır. Bu derlemenin amacı, dislipidemi yönetimindeki bazı önemli hususlar hakkında kısa bilgiler verdikten sonra güncel kılavuzların yaşam tarzı değişiklikleri hakkındaki önerilerini değerlendirmektir
Dyslipidemia is almost a prerequisite for cardiovascular diseases that is main cause of death in the world. So, management of dyslipidemia become an important situation. Life style changes are the most important step in dyslipidemia management. It would be appropriate to intervene the lifestyle modification under the sub-headings of diet, alcohol consumption, smoking cessation, exercise and physical activity and weight reduction. Lifestyle modification is the first action to be taken in the case of dyslipidemia. Many guidelines have been published about dyslipidemia management in different countries by different organizations. For many suggestions, there are consensus in these different guidelines but there are also controversial issues. Although all suggestions based on scientific evidence, these controversies arise from differences in interpretation of evidences. Controversies are particularly concentrated in lifestyle modifications because it is quite difficult to conduct studies that give strong and precise results in this area. Nowadays,especially those who are trying to make profit from these controversial issues cause more confusion. The purpose of this review is to evaluate lifestyle modification suggestions of current guidelines after giving brief information on some important points in the management of dyslipidemia.

OLGU SUNUMU
6.A Case of B12 Deficiency Diagnosed at a Primary Care Outpatient Clinic
Tuğba Yazan Şahan, Berna Erdoğmuş Mergen, Kurtuluş Öngel
doi: 10.15511/tahd.19.00142  Pages 42 - 45
B12 Vitamini eksikliği önemli bir halk sağlığı problemidir. Bu çalışma ile B12 vitamini eksikliği ve ayırıcı tanısını bir olgu ile değerlendirmek amaçlanmıştır. Aile Hekimliği Polikliniği’nimize başvuran 69 yaşında erkek hastanın, 4-5 aydır aşırı halsizlik, kilo kaybı, gözlerde sararma, denge bozukluğu şikayetleri vardı. Emekli, yalnız yaşayan hasta; alkol ve sigara kullanımı bildirmedi. Bilinen kronik hastalık öyküsü yoktu. Fizik muayenede; hasta kaşektikti. Skleralar ikterik, karaciğer kot altında 2 cm palpapl, akciğerlerde yer yer ronküsler saptandı. Hastanın kan tetkiklerinde pansitopenisi ve ortalama eritrosit hacmi (OEH) yüksekliği vardı. Hastanın batın ultrasonografi ile direk coombs testi normaldi. Hastaya acil kan transfüzyonu yapıldı ve 1000 mcg siyanokobalamin ve 5 mg folik asit tedavisi başlandı. Hastanın 65 yaş üstü olması ve yalnız yaşama öyküsü vermesi, beslenme yönünden değerlendirildiğinde, B12 vitamini eksikliği tanısına götürdü. Olgu sık rastlanılan toplum sağlığı sorunlarından biri olan B12 vitamini eksikliğinin tanıtıcı ve öğretici bir örneği olduğu için sunulmuştur
Vitamin deficiency is an important public health problem. In this study, it was aimed to demonstrate a case with vitamin B12 deficiency and discuss differential diagnosis. A 69-year-old male patient admitted to our primary care outpatient clinic with excessive fatigue, weight loss, jaundace of the eyes, and impaired balance for 4-5 months. Retired, lonely patient did not report alcohol or smoking. There was no known chronic illness. Physical examination revealed that the patient had cachexia and scleral icteria, the liver was palpabl 2 cm. under the costal margin, and there were wheezes in the lungs. Pancytopenia and MCV elevation were present in the blood tests of the patient. Other blood tests, abdominal ultrasonography and direct coombs test were normal. Blood transfusion was performed and 1000 mcg B12 vitamin (cyanocobalamin) and 5 mg folic acid treatment were started. As the patient was older than 65 years and gave a story of living alone, it was diagnosed as Vitamin B12 deficiency because of the nutritional reasons. This case was presented because it was a demostratative and instructive example of Vitamin B12 deficiency which is one of the most common community health problems.

7.Atypical clinical manifestation of herpes zoster infection of a child: A case report
Bade Ertürk Arık, Selçuk Mıstık, Nurten Özmen, Ferhat Arık
doi: 10.15511/tahd.19.00146  Pages 46 - 49
Herpes zoster, arka kök gangliyonlarında sessiz kalan varisella zoster virüsünün tekrar aktivasyonu ile oluşur. Herpes zoster dermatomlara yerleşen akut, veziküler döküntü ile seyreden bir hastalıktır. Herpes zoster, sıklıkla ileri yaşta ve immunsuprese kişilerde görülürken, sağlıklı çocuklarda nadir görülür. Günümüzde herpes zosterin sağlıklı çocuklarda görülme sıklığı gittikçe artmaktadır. Bu artış, immunitenin tam gelişmediği erken çocukluk döneminde ya da intrauterin dönemde varisella enfeksiyonuna maruz kalma ile açıklanmaktadır. Herpes zoster %75 ile en sık torakal bölgeyi tutmakta iken olgumuzda olduğu gibi sakral tutulum %2 ile oldukça nadir görülmekte ve bu tutulum atipik prezentasyon olarak ifade edilmektedir. Herpes zoster çok nadir de olsa sağlıklı çocuklarda görülebilmekte ve daha iyi seyredip komplikasyonsuz iyileşmektedir. Sağlıklı çocukta herpes zoster gelişimini yoğun stres, kilo verme, bakteriyel, viral ve paraziter enfeksiyonlar kolaylaştırmaktadır Aile hekimliği polikliniğine Ekim 2018 tarihinde sağ bacak popliteal bölgede veziküler döküntülerle başvuran kız çocuğu değerlendirildi. Hastanın suçiçeği geçirme öyküsü, suçiçeği aşısı, kronik hastalık mevcudiyeti, emosyonel stres, operasyon, travma, immun baskılayıcı ilaç kullanımı, radyasyon öyküsü sorgulandı. Olgumuzda 8 yaşında, daha önce suçiçeği geçirdiği bilinen, immunsupressif bir hastalığı olmayan ve atipik prezantasyon ile gelen herpes zoster enfeksiyonlu hasta sunulmuştur.
Herpes zoster is formed by reactivation of the varicella zoster virus which is silent in the posterior root ganglia. Herpes zoster is an acute, vesicular rash which is located in dermatomes. Herpes zoster is frequently seen in elderly and immunocompromised people and is rare in healthy children. The prevalence of herpes zoster in healthy children is increasing nowadays. This increase can be explained as exposure to varicella infection in the early childhood or in the intrauterine period where immunity is not fully developed. Herpes zoster is most common on thoracic region by 75%, where as sacral involvement is very rare with 2% as in our case; and this involvement is expressed as atypical presentation. Herpes zoster is rarely seen in healthy children and it heals better and without any complications. Intensive stress, weight loss, bacterial, viral and parasitic infections facilitates the development of herpes zoster in healthy children. A girl was admitted to the family medicine outpatient clinic in October 2018 with vesicular rashes on the popliteal region of the right leg. A history of varicella infection, varicella vaccine, chronic disease, emotional stress, operation, trauma, immunosuppressive drug use, radiation history were questioned. In this case, an 8-year-old patient with an atypical presentation of herpes zoster infection who was known to had chickenpox and who had no immunosupressive disease was presented.

LookUs & Online Makale