ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TURKISH JOURNAL OF FAMILY PRACTICE - Türk Aile Hek Derg: 24 (3)
Volume: 24  Issue: 3 - 2020
KLINIK MAKALE
1.COVID-19 Pandemic and Family Medicine
Esra Saatçı
doi: 10.15511/tahd.20.00326  Pages 126 - 127
Abstract |Full Text PDF

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.Hypotiroidism, obesity and depression: Rings of the chain
Remziye Nur Eke, Mehmet Özen
doi: 10.15511/tahd.20.00328  Pages 128 - 137
Amaç: Bu çalışmada, normal kilolu, fazla kilolu ve obez hastalarda depresyon sıklığının belirlenmesi, obez hastalarda depresyonla ilişkili kronik hastalıkların tespit edilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel çalışmaya Kasım 2018-Eylül 2019 tarihleri arasında Sağlık Bilimleri Üniversitesi Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Obezite Merkezinde takipli 200 obez hasta ile Aile Hekimliği Polikliniğine başvurup Beck Depresyon Ölçeğini (BDÖ) doldurmayı kabul eden 190 normal kilolu ve fazla kilolu hasta dahil edildi. Normal kilolu, fazla kilolu ve obez olmak üzere üç gruba ayrılan hastalar BDÖ puanları açısından karşılaştırıldı, obez hastalarda depresyon riskini arttıran kronik hastalıklar araştırıldı. On yedi ve üzeri BDÖ puanı klinik depresyon olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların %81,5’i kadın, %18,5’i erkekti. Ortalama yaş 45,4±12,6 yıl idi. Obez hastaların BDÖ puan ortalaması istatistiksel olarak anlamlı daha yüksekti (p<0,001) ve depresyon sıklığı obez hastalarda istatistiksel olarak anlamlı artmıştı (p<0,001). Depresif bulguları olan hastalarda olmayanlara göre vücut kitle indeksleri (VKİ) daha yüksek (p<0,001), kronik hastalıklar daha sık bulundu. Özellikle şiddetli depresif belirtileri olan hastalara hipotiroidi eşlik etme oranının istatistiksel olarak anlamlı yüksek olduğu tespit edildi Çok değişkenli lojistik regresyon analizi obez hastalarda depresyonun VKİ ve hipotiroidi ile pozitif ilişkisinin olduğunu gösterdi. Sonuç: Özellikle hipotiroidinin eşlik ettiği obez hastaların depresyon açısından daha fazla risk altında olduğu saptanmıştır. Depresyon açısından risk altında olan obez ve hipotiroidisi olan bireyler bütüncül olarak ele alınmalı, etkin tedavi edilerek hipotiroidizm-obezite-depresyon arasındaki ilişkinin kırılması sağlanmalıdır.
Objective: In this study, we aimed to determine the frequency of depression in normal weight, overweight and obese patients and to identify chronic diseases related to depression in obese patients.Methods: The cross-sectional study included 200 obese patients with follow-up at the Obesity Center of the Health Sciences University Antalya Training and Research Hospital between November 2018 and September 2019, and 190 normal and overweight patients who applied to Family Medicine Clinic and agreed to fill the Beck Depression Scale (BDI). Patients who were divided into three groups as normal weight, overweight and obese were compared in terms of BDI scores; chronic diseases which increase the risk of depression among obese patients were researched. Seventeen and above BDI scores were evaluated as clinical depression.Results: 81.5% of the patients were female and 18.5% were male. The mean age was 45.4±12.6 years. The mean BDO score and the frequency of depression was significantly higher in obese patients (p<0.001). Patients with depressive symptoms had higher body mass index (BMI) (p<0.001) than those without and chronic diseases were more common in said patients. Especially in patients with severe depressive symptoms, the rate of accompanying hypothyroidism was found to be significantly higher. Multivariate logistic regression analysis showed that depression had a positive relationship with BMI and hypothyroidism in obese patients. Conclusion: It is found that obese patients, especially accompanied by hypothyroidism are at greater risk for depression. Individuals with obesity and hypothyroidism who are at risk for depression should be handled in an integrative approach, and the relationship between hypothyroidism-obesity-depression should be broken by effective treatment.

3.The knowledge and attitudes of the internal science assistants of the faculty of medicine about smoking cessation treatment
Dursun Çadırcı, Yeşim Ayazöz, Bahar Er, Erkan Oturakçıoğu, Kadir Çelik
doi: 10.15511/tahd.20.00338  Pages 138 - 145
Amaç: Sigara içmek, dünya çapında önlenebilir ölüm nedenlerinin başında gelir. Sigara bırakmaya yardımcı olarak etkinlik gösteren ana ilaçlar arasında nikotin replasmanı, vareniklin ve bupropion bulunur. Bu çalışmada tıp fakültesi dahili bilimler asistanlarının sigara bıraktırma tedavisi hakkındaki bilgi ve tutumlarını değerlendirmek ve benzer çalışmalarla karşılaştırmak amaçlanmıştır. Yöntem: Hekimlerin sigara bırakma konusundaki tutumlarını ve sigara bırakma tedavileri konusundaki bilgilerini sorgulayan 33 soruluk anket formu geliştirildi. Anketler gönüllülük esasına uygun olarak 60 dahili bölüm asistanına uygulandı. Gruplar arası iki düzeyli karşılaştırmalarda Mann-Whitney U testi, üç ve üzeri düzeyli karşılaştırmalarda ise Kruskal Wallis test kullanılmıştır. Sürekli değişkenler arasındaki ilişkilerin incelenmesinde ise Spearman korelasyon analizi kullanılmıştır. Analizler SPSS.23 programında yapılmış ve tüm analizlerde anlamlılık değeri olarak p<0,05 kabul edilmiştir. Bulgular: Aile hekimliğinde çalışan asistanların sigara bıraktırma tedavisi hakkında bilgi düzey puanlarının (85,66± 15,90) kardiyolojide çalışan asistanlara göre (59,82±13,91) daha yüksek olduğu bulunmuştur (?2(4) = 12,45, p=0,014). Buna karşın, bilgi düzey puanı ile cinsiyet, medeni durum, sigara içme durumu ve çocuk sayısı arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0,05). Asistanların 52’si (%86,7) hastaların sigara içip içmediğini sorguladığını, 58’i (%96,7) eğer hastası sigara içiyorsa bırakmalarını tavsiye ettiğini, 43’ü (%71,7) ise sigarayı bırakmak isteyen hastaları sigara bıraktırma polikliniğine yönlendirdiğini belirtmiştir. Sonuç: Sigara ile mücadelede doktorlara önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. Elde ettiğimiz veriler asistan hekimlerin sigara bıraktırma tedavisi hakkındaki bilgi düzeylerinin yeterli seviyede olmadığını düşündürmektedir. Asistan hekimlerin büyük çoğunluğunun hastalarının sigara içme durumunu sorgulamaları ve sigara içenlere bırakmalarını tavsiye etmeleri sigara ile mücadelede önemli bir yaklaşımdır.
Objective: Smoking is one of the leading causes of preventable death worldwide. The main drugs that act as an aid to smoking cessation include nicotin replacement, varenicline and bupropion. In this study, it was aimed to evaluate the knowledge and attitudes of internal department assistants of a medical faculty about smoking cessation treatment and to compare them with similar studies. Methods: A questionnaire with 33 questions was developed, questioning the attitudes of physicians about smoking cessation and their knowledge about smoking cessation treatments. The questionnaires were applied to 60 internal department junior doctors on a voluntary basis. Mann-Whitney U test was used in two-level comparisons between groups, and Kruskal Wallis test was used in three-level comparisons. Spearman correlation analysis was used to examine the relationships between continuous variables. The analyzes were made in SPSS.23 program and p <0.05 was accepted as the significance value in all analyzes. Results: It was found that the level of knowledge (85.66 ± 15.90) of the residents working in family medicine about smoking cessation treatment was higher than the junior doctors working in cardiology (59.82 ± 13.91) (?2 (4) = 12.45, p= 0.014). However, there was no significant relationship between knowledge level score and gender, marital status, smoking status and number of children (p>0.05). 52 (86.7%) of the doctors questioned whether patients smoke or not, 58 (96.7%) recommended that they stop smoking if they smoke, and 43 (71.7%) referred the patients to smoking cessation outpatient clinics. Conclusion: Doctors have important duties and responsibilities in the fight against smoking. The data obtained from the study suggest that the level of knowledge of residents about smoking cessation treatment was not sufficient. It is an important approach in the fight against smoking that the vast majority of resident doctors question their patients’ smoking status and advise them to quit smoking.

4.A new document in the history of family medicine; recommendations for establishment of organizations on ‘home care’ and ‘family medicine
Hülya Öztürk, İlhami Ünlüoğlu
doi: 10.15511/tahd.20.00346  Pages 146 - 152
Koruyucu hizmetler ile tanı, tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinin verilmesinden sorumlu aile hekimliğinin oluşumu çok yakın dönemlere tarihlenir. Tarihsel olarak uygulamada bu uzmanlık alanı uzak geçmişe kadar götürülebilmektedir. “Aile hekimi” teriminin kullanılması ise 20. yüzyılın başlarına dayanır. Bu yazıda 1923 yılında Francis Peabody tarafından aile hekimliğine olan gereksinimin belirtilmesinden dört yıl öncesinde Dr. Behçet Uz tarafından yazılan kitaptaki “aile hekimi” teriminin kullanılması ve aile hekimine tanımlanan görevlerin bugünkü aile hekimi kavramıyla olan benzerlikleri değerlendirilmeye çalışılmıştır
The formation of the family medicine disipline responsible for the provision of preventive services, diagnosis, treatment and rehabilitation services is dated very recently.Historically, the specialty of family medicine can be traced back to the distant past. Literally, the term “Family Physician” was first used in the beginning of the 20th century. In this article, we reveal the use of the term “family doctor” in the book written by Behçet Uz, four years before Francis Peabody stated the need for family medicine and discuss the similarities of the tasks defined to the family doctor with the concept of family doctors today

DERLEME
5.COVID-19 Pandemic and health professionals: Keep them alive or survive?
Esra Saatçı
doi: 10.15511/tahd.20.00353  Pages 153 - 166
31 Aralık 2019’da Du¨nya Sagˆlık O¨rgu¨tu¨ (DSO¨) C¸in U¨lke Ofisi, C¸in’in Hubei eyaletinin Wuhan s¸ehrinde etiyolojisi bilinmeyen pno¨moni vakalarını bildirmis¸tir. 7 Ocak 2020’de etken daha o¨nce insanlarda tespit edilmemis¸ yeni bir koronaviru¨s (2019- nCoV) olarak tanımlanmıs¸tır. Daha sonra 2019-nCoV hastalıgˆının adı COVID-19 olarak kabul edilmis¸, viru¨s SARS CoV’e yakın benzerligˆinden dolayı SARS-CoV-2 olarak isimlendirilmis¸tir. Du¨nya Sagˆlık O¨rgu¨tu¨, COVID-19 salgınını 30 Ocak’ta “uluslararası boyutta halk sagˆlıgˆı acil durumu” olarak sınıflandırmıs¸, ilk salgının bas¸ladıgˆı C¸in dıs¸ında 113 u¨lkede COVID-19 vakalarının go¨ru¨lmesi, viru¨su¨n yayılımı ve s¸iddeti nedeniyle 11 Mart’ta ku¨resel salgın (pandemi) olarak tanımlamıs¸tır. Bir pandemi sırasında, birinci basamak, salgınla mücadelenin ön safını oluşturur. Salgın sırasında hastaların semptomları, kaygıları ve soruları ile ilgilenir. COVID-19 salgını, WONCA tarafından tanımlanmış olan ve 2005 ve 2011’de revize edilen aile hekiminin çekirdek yeterlilikleri için de bir sınav olmuştur. Dünyada halen konfirme edilmiş COVID-19 vaka sayısı 28.698.681 olup 920.530 ölüm meydana gelmiştir. Ülkemizde ilk COVID-19 vakası 11 Mart 2020’de tanımlanmıştır. Bugün 12 Eylül 2020 itibarı ile ülkemizde 288.126 konfirme edilmiş vaka ve 6.951 ölüm bildirilmiştir. Sağlık çalışanlarının kaybedilmesi pandemi sırasında dünyadaki en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir. Pandemi sırasında 79 ülkede 3000’den fazla sağlık çalışanının COVID-19 nedeniyle hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Türkiye’de 12 Eylül 2020 tarihi itibarı ile 85 sağlık çalışanı COVID-19 nedeniyle hayatını kaybetmiş olup 41’i (%48.2) hekimdir. Bu derlemede, COVID-19 pandemisi ile ilgili güncel durum ve hayatını kaybeden sağlık çalışanları ele alınmış ve uluslararası sağlık kuruluşlarının önerilerine yer verilmiştir.
World Health Organization’s (WHO) Country Office in the People’s Republic of China picked up a media statement by the Wuhan Municipal Health Commission from their website on cases of ‘viral pneumonia’ in Wuhan, People’s Republic of China on 31 December 2019. WHO reported that Chinese authorities have determined that the outbreak is caused by a novel coronavirus on 7 January 2020. The name 2019-nCoV disease was then changed to COVID-19 and it was named as SARS-CoV-2 due to the similarities to SARS CoV. On 30 January 2020 WHO classified the COVID-19 pandemic as “international public health emergency state”. Deeply concerned both by the alarming levels of spread and severity, and by the alarming levels of inaction, WHO made the assessment on 11 March 2020 that COVID-19 could be characterized as a pandemic. Primary care is the first point of contact for patients with symptoms, worries, anxiety and questions concerning the epidemic. This COVID-19 outbreak is a challenge for each of the GP’s core competencies, as they are described in the European definition of General Practice, revised in 2005 and 2011 WONCA, 2011. The current number of confirmed COVID-19 cases (on 12 September 2020) is 28.698.681 worldwide and the number of deaths is 920.530 worldwide. The first COVID-19 case was identified on 11 March 2020 in Turkey. On 12 September 2020 there are 288.126 confirmed cases and 6.951 deaths in Turkey. The loss of lives of health professionals due to COVID-19 infection is a very serious problem in the world and it is estimated that more than 3000 health professionals had died in 79 countries due to COVID-19 pandemic. In Turkey it is 85 by 12 September 2020 and 41 out of 85 (48.2%) are physicians. This review gives a general view to the COVID-19 pandemic, emphasizes the deaths of health professionals and mentions the relevant suggestions of international organizations.

OLGU SUNUMU
6.A method to remember in the pre-diagnosis of beta thalassemia: Mentzer index
Tuğba Bodur, Merve Vatansever Balcan, Hüseyin Elbi, Fatih Özcan
doi: 10.15511/tahd.20.00367  Pages 167 - 171
Anemi, birinci basamak sağlık hizmet sunumunda günlük pratikte sık karşılaşılan klinik bir tanıdır. Anemi sınıflandırması göz önüne alındığında, mikrositer anemiler içinde demir eksikliği anemisi ve beta talasemi taşıyıcılığı en sık görülen nedenlerdendir. Ortalama eritrosit hacminin, eritrosit sayısına bölünmesi ile elde edilen Menzter İndeksi, demir eksikliği anemisi ve beta talasemi taşıyıcılığının ayırıcı tanısında önemli bir yönlendirici parametredir. Beta talasemi taşıyıcılığı tanısının atlanmaması, demir eksikliği anemisinin gereksiz tedavisine bağlı komplikasyon gelişiminin önlenmesi açısından önem taşımaktadır. Olgu örneğimizde, kendisinin beta talasemi taşıyıcılığı tanısı alana kadar birçok kez demir eksikliği anemisi tanısı ile tedavi aldığı, ancak verilen tedaviler sonucunda net bir sonuç alınamadığına dikkat çekmeyi amaçladık. Bu iki mikrositer anemi ile, klinik pratikte sıklıkla karşılaşılabileceği ve ayırıcı tanı yapılırken Menzter İndeksinin göz önünde bulundurulması gerektiği değerlendirilmektedir.
In primary care, anemia is a common clinical diagnosis in daily practice. Considering the types of anemia, iron deficiency anemia and beta thalassemia trait are among the most common causes in microcytic anemias. The Menzter Index, obtained by dividing the mean erythrocyte volume by the number of erythrocytes, is an important guiding parameter in the differential diagnosis of iron deficiency anemia and beta thalassemia trait. Not to miss the diagnosis of beta thalassemia trait is important for the prevention of complication development due to unnecessary treatment of iron deficiency anemia. In our case report, we wanted to draw attention to the fact that the same patient was treated with iron deficiency anemia many times until the diagnosis of beta thalassemia trait, but could not get a cure from the treatments. It is evaluated that these two microcytic anemia can be encountered frequently in clinical practice and Menzter Index should be taken into consideration while making differential diagnosis.

LookUs & Online Makale