EDITORIAL | |
1. | The COVID-19 Pandemic and Health Workers Esra Saatçi doi: 10.15511/tahd.20.00472 Pages 172 - 194 Abstract |Full Text PDF |
ORIGINAL RESEARCH | |
2. | The Relationship Between Health Perception and Cancer Screening Awareness Seda Karakoyunlu Şen, Yasemin Kılıç Öztürk doi: 10.15511/tahd.20.00475 Pages 175 - 183 Amaç: Kanserden korunma ve tespit yollarından en önemlisi olan taramalar, kanser yükünü azaltmak amacıyla hemen hemen tüm dünyada önerilmekte ve yapılmaktadır. Kişilerin kanser taramalarını bilme ve yaptırma durumu ile sağlık algısı arasındaki ilişkiyi irdelemek çalışmanın temel amacıdır. Yöntem: Araştırmada iki adet anket kullanıldı. Birinci anket, demografik özellikleri ve kanser taramaları ile ilgili soruları içeriyordu. İkinci anket ise ‘Sağlık Algısı Ölçeği’ idi. Araştırma kapsamında 322 katılımcı ile çalışma analiz edildi. Bulgular: Yaş ortalaması 42,62±14,87 olan çalışma grubunun %65,3’ünü kadınlar oluşturmaktaydı. Kanser taramalarının yapıldığını bilme durumuna göre incelendiğinde; %83,4’ü bildiğini (n=267) ifade etmiştir. Bu 267 kişiye hangi kanser taramalarından haberdar oldukları sorulduğunda; %77,2’si meme kanserine, %47,2’si kolon kanserine ve %74,9’u serviks kanserine yönelik taramaların yapıldığını bildiğini belirtmiştir. %39,4’ ü en az bir kez tarama yaptırdığını söylemiştir. 40 yaş ve üzerindeki kadınların %63,3’ü mamografi çektirdiğini, yaşı 30 ve üzerinde olan kadınların %58,5’i pap-smear yaptırdığını, yaşı 50 ve üzerinde olan bireylerin %22’si gaytada gizli kan testi, %14’ü kolonoskopi yaptırdığını ifade etmiştir. Çalışma grubunun sağlık algısı ölçeğine dayanarak hesaplanan sağlık algısı puanı ortalaması 50,18 ±9,86’dır. Sağlık algısı puanı ile serviks ve meme kanseri taramaları için önerilen yaş sınırlarının altında yaptırma ve yaptırmama arasında anlamlılık bulunmaktadır. Sonuç: Sağlık algısı puanı ile kanser taramaları arasında yaş sınırlı kısıtlı bir anlamlılık mevcuttur ve kanser taramaları farkındalığını arttırmak için daha çok bilgilendirme ve eğitim çalışması yapılması (özellikle kolorektal kanser taramaları için) önerilir. Objective: Screening, which is one of the most important ways of prevention and prevention of cancer, is proposed and made in almost all over the world in order to reduce the cancer burden. The main purpose of this study is to examine the relationship between theperception of cancer screening and making and the perception of health. Methods: Two questionnaires were used in the study. The first questionnaire included questions on demographic characteristics and canser screenings. The second survey was ’Health Perception Scale’. The study was analyzed with 322 participants. Results: The mean age of the study group was 42.62 ± 14.87 and 65.3% of the study group was female. When examined according to the knowledge of cancer screening done; 83.4% (n = 267) stated that he knew. When these 267 people were asked what cancer screening they were aware of; 77.2% reported that they had breast cancer, 47.2% had colon cancer and 74.9% had been screened for cervical cancer. 39.4% at least once said he had the scan. 63.3% of women aged 40 years and older had mammography, 58.5% of women aged 30 and over had pap-smear, 22% of individuals aged 50 and over had a hidden blood test in the stool, 14%. stated that he had colonoscopy. The mean health perception score calculated based on the health perception scale of the study group was 50.18 ± 9.86. There is a significant correlation between health perception screening and cervical and breast cancer screening. Conclusion: There is a limited limited age range between health perception score and cancer screening, and more information and training studies (especially for colorectal cancer screening) are recommended to increase the awareness of cancer screening. |
3. | Rational drug use: Knowledge and behaviors of family physicians in Hatay Sümeyya Havva Kokaçya, Mehmet Erdem, Ümit Mutlu Tiryaki doi: 10.15511/tahd.20.00484 Pages 184 - 195 Amaç: Hatay’da çalışan aile hekimlerinin akılcı ilaç kullanımına (AİK) yönelik bilgi, genel tutum ve davranışlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Akılcı ilaç kullanımı konusunda Hatay İl Sağlık Müdürlüğü tarafından eğitim verilmesi planlanan ildeki tüm aile hekimleri (n=454) Eylül 2018’de toplantıya çağrıldı. Toplam 302 hekim toplantıya katıldı. Katılmayı kabul eden 254 aile hekimi çalışmaya dahil edildi. Bu tanımlayıcı çalışmada veri toplamak için kendi oluşturduğumuz ve Sağlık Bakanlığı’nın (SB) hazırladığı, “Türkiye’de Hastanelerde Görev Yapan Hekimlerin Akılcı İlaç Kullanımına Yönelik Bilgi ve Davranışlarını Değerlendirme Çalışması’nda kullanılan forma benzer, 17 sorudan oluşan bir “Hekim Değerlendirme Formu” kullanıldı. Bulgular: Hekimlerin %95,3’ü (n=242) daha önce AİK konusunda eğitimlere katılırken, %7,9’u (n=20) AİK konusunda kendini yetersiz gördüğünü belirtmiştir. Eğitim alan hekimlerin hepsi en az bir kez Sağlık Bakanlığı’ndan eğitim almıştır. Çalışmaya katılan hekimlerin ortalama yaşı 43,9±8,2, ortalama birinci basamakta çalışma süresi 15,7±9,6 yıl, ortalama günlük yaklaşık başvuran hasta sayısı 52,6±23,7 idi. Hekimlerin %79,9’u (n=203) ilaç yazarken birinci basamağa yönelik tanı tedavi rehberlerinden yararlandığını belirtmiştir. Anamnez alırken en sık kronik hastalık varlığı (%96,9) ve gebelik durumu (%94,9) sorgulanırken en az hastanın ekonomik durumu (%63,4) sorgulandığı gözlenmiştir. Hekimlerin %80,7’si (n=205) hastaya hastalığı ve nedenlerini açıkça anlattığını, %70,5’i (n=180) ise tedavi gerekçelerini detaylıca anlattığını ifade etmiştir. Hekimlerin reçeteleme yaparken en çok faydalandığı bilgi kaynağı ilaç firmalarının tanıtımlarıdır. Reçete yazarken hekimlerin en sık ve en az göz önünde bulundurduğu faktörler sırasıyla ilacın etkinliği (%90,9) ve ilacın fiyatı (%63,4) idi. Hekimlerin sadece %26,8’i (n=68) hiçbir zaman muayene etmeden ilaç reçete etmediğini belirtmişlerdir. Hekimlerin%46,9’u (n=120) yan etkileri hakkında her zaman hastaları bilgilendirdiklerini belirtmişlerdir. Sonuç: Tıp eğitimi esnasında AİK konusuna daha fazla önem verilmesi gerektiği görülmektedir. Hekimlerin nerdeyse beşte birinin herhangi bir tanı tedavi rehberinden faydalanmaması dikkat çekicidir. Hekimler hastaları ilaçların yan etkileri konusunda yeterince bilgilendirmemektedir. İlaç yan etkilerinin anlatılmasının önemi konusunda farkındalık oluşturulmalıdır. Hekimlerin, hastanın talep ettiği ilaçları yüksek oranda reçeteledikleri görülmüştür. Akılcı ilaç kullanımı önünde önemli bir engel olan bu durumun sebepleri irdelenmelidir. Objective: It was aimed to evaluate knowledge, general attitudes and behaviors of family physicians working in Hatay on rational drug use (RDU). Methods: All family physicians in Hatay (n=454) planned to be trained by the Hatay Provincial Health Directorate on rational drug use were invited to the meeting in September 2018. 302 of them attended the meeting. 254 family physicians who were agreed to participate were included in the study. In this descriptive study, to collect data, a Physician Evaluation Form consisting of 17 questions similar to form which was prepared by Ministry of Health and used in “Serve Knowledge and Behaviors Towards Rational Drug Use Physician Assessment Work in hospitals in Turkey” study was used. Results: 95.3% (n=242) of physicians had previously participated in educations on RDU, while 7.9% (n=20) stated that they considered themselves insufficient in terms of RDU. All physicians who received education, received education from the Ministry of Health at least once. The average age of the physicians in the study was 43.9±8.2 years, the average working time in primary care was 15.7±9.6 years, and the average number of patients admitted daily was 52.6±23.7. 79.9% of the physicians (n=203) stated that they used the diagnosis and treatment guidelines for the primary care when prescribing drugs. When taking anamnesis, presence of chronic disease (96.9%) and pregnancy status (94.9%) were most frequent, while the economic status of the patient (63.4%) was observed to be the least questioned. 80.7% of the physicians (n=205) stated that they clearly explain the disease and its causes to the patient, and 70.5% (n=180) stated that they explained the treatment reasons in detail. Most important source of information used by physicians in prescribing is presentations of pharmaceutical companies. The most frequent and least considered factors for physicians when prescribing were the effectiveness (90.9%) and the price of the drug (63.4%), respectively. Only 26.8% (n=68) of physicians, stated that they never prescribed drugs without examining patient. 46.9% of the physicians (n=120) stated that they always inform the patients about their side effects. Conclusion: More attention should be paid to subject of RDU during medical school education. It is noteworthy that almost one fifth of the physicians do not benefit from any diagnostic treatment guide. Physicians do not adequately inform patients about the side effects of the drugs. Awareness should be raised about importance of notifying drug side effects. It has been observed that physicians prescribe medicines patient requested at high rate. The causes of this situation, which is an important obstacle in front of the RDU, should be investigated. |
4. | The Knowledge Level and Opinions of Medical Faculty Students About Traditional and Complementary Medicine Arzu Ayraler, Onur Öztürk, Muhammet Ali Oruç, Erdinç Yavuz doi: 10.15511/tahd.20.00496 Pages 196 - 202 Amaç: Sağlık profesyonellerinin Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp (GETAT) hakkında bilgi edinmeleri ve bir kanaat oluşturmaları dönemin bir beklentisi haline dönüşmüştür. Çalışmamızda tıp fakültesi öğrencilerinin GETAT hakkındaki bilgi düzeyi ve görüşleri araştırılmıştır. Yöntem: Bu bir kesitsel anket araştırması olup Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerine Nisan-Mayıs 2019 tarihleri arasında uygulanmıştır. İstatistiksel analizler SPSS 20.0 paket programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya 140 öğrenci dahil edilmiş olup kız öğrenciler çoğunluktadır (%59,7). Öğrenciler arasında bilinirliği en yüksek düzeyde olan GETAT yöntemi Kupa uygulamasıdır (%82,1). GETAT uygulamalarının çoğunlukla medyadan öğrenildiği saptanmıştır (%47,1). Tamamlayıcı tıpla ilgili bir meslek sahibi olmak isteyenlerin oranı %24,3’tür. Öğrencilerin %47,9’unun GETAT’a bakış açısı olumludur. GETAT uygulamalarını medyada olumlu haberlerde duyanların oranı %59,3’tür. Klasik tıp ve GETAT’ın birbirini tamamlayabileceğini düşünenlerin oranı %84,3’tür. Ailesi GETAT’a başvuranların GETAT’a bakış açıları daha olumlu görülmüştür (p=0,04) Sonuç: Tıp fakültesi öğrencilerinde tamamlayıcı tıbba ilgi yüksek bulunmuştur. Tıp fakültelerinde klasik tıp ve GETAT’ın entegre şekilde sunulabileceği müfredata ihtiyaç vardır. Objective: Traditional and Complementary Medicine is a popular topic in healthcare community. It has become an expectation of the health professionals to learn about Traditional and Complementary Medicine and form an opinion. In this study, the knowledge levels and opinions of medical students regarding Traditional and Complementary Medicine were investigated. Methods: This was a cross-sectional study and was applied to students of Giresun University Faculty of Medicine between April and May 2019. Statistical analyzes were evaluated using the SPSS 20.0 package program. Results: A total of 140 students were included in the study and female students were the majority (59.7%). Among the students, the Traditional and Complementary Medicine method which had the highest level of awareness was the cupping therapy (82.1%). Traditional and Complementary Medicine applications were mostly learned from the media (47.1%). The rate of those who wanted to perform applications related to complementary medicine was 24.3%. 47.9% of the students had positive views on Traditional and Complementary Medicine. The rate of those who heard Traditional and Complementary Medicine applications in the news and the media presented with a positive manner was 59.3%. The rate of those who thought that classical medicine and Traditional and Complementary Medicine can complement each other was 84.3%. It was seen that students whose family members tried Traditional and Complementary Medicine had more positive opinions towards them (p = 0,04). Conclusion: Our results suggested that there was a high interest in complementary medicine among medical students. This interest warrants a curriculum in which classical medicine and Traditional and Complementary Medicine can be integrated. |
5. | Evaluation of Contraception Knowledge, Attitudes and Behaviors in Women of Reproductive Age Yağmur Gökseven, Güzin Zeren Öztürk, Dilek Toprak doi: 10.15511/tahd.20.00403 Pages 203 - 212 Amaç: Üreme çağındaki kadınların kontraseptif yöntem kullanma oranları 1988 yılından bu yana artış göstermiş olsa da ülkemizde halen en fazla kullanılan kontraseptif yöntem geri çekme yöntemidir. Çalışmanın amacı üreme çağındaki kadınların kontrasepsiyon hakkında bilgi düzeyleri, tutum ve davranışlarının değerlendirilmesidir. Yöntem: Çalışma 01.06.2017 ile 01.08.2017 tarihleri arasında herhangi bir sebeple Aile Hekimliği polikliniğine başvuran cinsel aktif 18-49 yaş arası kadınlar arasında yapıldı. Çalışma prospektif, tanımlayıcı niteliktedir. Katılımcılardan sözlü ve yazılı onam alındıktan sonra tarafımızca oluşturulan 22 soruluk bilgi formu yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulandı. Önce kontraseptif yöntemi bilme durumu sorulmuş olup ardından kullanım şekli ve koruyuculuk oranı sorgulanarak bilgi düzeyi yeterliliği araştırıldı. Çalışmada SPSS 15.0 programı kullanıldı. p<0,05 olan değerler istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi Bulgular: Çalışmamıza 217 kişi katıldı. Katılımcıların yaş ortalaması 32,6 ± 8,5 (min: 18, max: 49) idi. 171 kişi (%78,8) evli, 143 kişi (%65,9) çalışmıyordu ve 95 kişi (%43,8) lise ve üzerinde eğitim düzeyine sahipti. 126 kişi (%58,1) şu an herhangi bir kontraseptif yöntem kullanmaktayken 177 kişi (%81,6) hayatının herhangi bir döneminde en az bir kontraseptif yöntem denemişti. En fazla tercih edilen kontraseptif yöntem %39,7 (n=50) ile geri çekmeydi. Tüm kadınlar en az bir yöntem bilmekte ancak bilgi yeterliliği açısından incelendiğinde çoğu yöntem hakkında bilgi yetersizliği mevcuttu. En fazla kullanılan geri çekme yönteminde yeterli bilgiye sahip olan katılıcıların oranı %4,6 (n=10) idi. 98 kişi (%45,2) daha önce en az bir plansız gebelik yaşamış olup istemli düşük oranı %10,6 (n=23) idi. Plansız gebelik yaşayanlar en çok geri çekme yöntemi (%34,7, n=34) ile gebe kalmıştı. Sonuç: Üreme çağındaki kadınlar halen en fazla geleneksel kontraseptif yöntemlerden geri çekme yöntemini tercih etmektedir. Katılımcılar en az bir kontraseptif yöntem bilmekte ancak bilgi yeterliliği açıcından incelendiğinde çoğu yöntem hakkında bilgi yetersizliği saptanmıştır. Katılımcıların yarıya yakını hayatlarında en az bir kere plansız gebelik yaşamış olup en çok geri çekme yöntemi ile gebe kalmışlardır. Kontraseptif yöntemler hakkında yapılacak eğitimlerin arttırılmasının plansız gebelikleri azaltacağını düşünmekteyiz. Objective: Despite the annual increase in the rates of family planning use among women of reproductive age in Turkey since 1988, still the most commonly preferred contraceptive method is coitus interruptus. The aim of this study was to evaluate the knowledge levels, attitudes, and behaviors of women concerning contraceptive methods. Methods: Our study included 18-49 years old women; who had experienced sexuel intercource and presented to Health Science University Şişli Hamidiye Etfal Education and Research Hospital Family Medicine outpatient clinic for any reason in the period from 01.06.2017 to 01.08.2017. The design of our study was prospective, cross-sectional, and descriptive. After obtaining the verbal and written informed consent of the eligible participants, a 22-item questionnaire was applied in face-to-face interviews. The SPSS 15.0 program was used for performing the statistical analyses. A p-value of <0.05 was considered statistically significant. Results: A total of 217 people participated in this study. The mean age of the participants was 32.6 ± 8.5 years (min: 18, max: 49). 171 participants (78.8%) were married, 143 (65.9%) were unemployed, and 95 (43.8%) had completed secondary education or higher. Of the participants, 58.1% (n = 126) were currently using a contraceptive method. 177 participants (81.6%) had tried at least one contraceptive method at some point in their lives. The most preferred contraceptive method was coitus interruptus (n=50, 39.7%). All participants knew about at least one method of contraception, but when assessed in terms of knowledge, they were found to have inadequate knowledge about most methods. Only 4.6% of all participants (n=10) had adequate knowledge about the most preferred method, coitus interruptus. 98 people (45.2%) had experienced at least one unplanned pregnancy and the voluntary abortion rate was 10.6% (n=23). The most common reason behind unplanned pregnancies was the failure of the coitus interruptus method (34.7%, n=34). Conclusion: Women of reproductive age still prefer the traditional coitus interruptus method most commonly as contraception. All participants knew about at least one method of contraception, but when assessed in terms of knowledge, they were found to have inadequate knowledge about most methods. Almost half of the participants experienced an unplanned pregnancy at least once in their lives and unplanned pregnancies were most common with the coitus interruptus method. We think that increasing the trainings about contraceptive methods will decrease unplanned pregnancies |
6. | Antenatal Care Status in Pregnant Women and Evaluation of Relationship Between Antenatal Care and Depression Symptoms Ersan Gürsoy, Turan Set doi: 10.15511/tahd.20.00413 Pages 213 - 222 Amaç: Çalışmamızın amacı, son trimester gebelerin antenatal bakım (AB) alma durumlarını ve antenatal bakım parametreleriyle depresyon belirtileri arasında bir ilişki olup olmadığını saptamaktır. Yöntem: Araştırma kesitsel tanımlayıcı niteliktedir ve Eylül 2018 ile Ocak 2019 tarihleri arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde yapılmıştır. Çalışmaya polikliniğe başvuran gönüllü, herhangi bir kronik hastalığı olmayan, yardımcı üreme teknikleriyle gebe kalmamış ve daha önce majör depresyon geçirmemiş 135 son trimester gebe dâhil edilmiştir. Katılımcılara Sağlık Bakanlığı’nın doğum öncesi bakım yönetim rehberi baz alınarak hazırlanmış ve katılımcıların antenatal bakım alma durumlarını ve sosyodemografik özelliklerini değerlendiren, 52 sorudan oluşan bir anket ve Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) yüz-yüze görüşme tekniği ile uygulanmıştır. Antenatal bakım alma durumu ile ilgili sorulan sorulara verilen her “evet” yanıtı “1 puan” ve her “hayır” yanıtı “0 puan” olarak puanlandırılmış ve 15 puan üzerinden “danışmanlık puanı” ve 24 puan üzerinden de “yapılan işlemler puanı” hesaplanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan gebelerin yaş ortalaması 30,2±5,4 yıldı. Gebelerin %98,5’i (n=133) ilk 14 hafta içinde doktor kontrolüne gelmişti. Sadece 2 gebenin toplam vizit sayısı 4’ün altındaydı. Gebelerin %72,6’sı (n=98) haftasına göre yeterli sayıda vizite gelmişti. Gebelerin danışmanlık puanı ortalaması: 7,8±4,1 ve yapılan işlemler puanı ortalaması ise 18,6±2,6 olarak bulundu. Gebelerin en fazla danışmanlık aldığı konu %79,3 (n=107) ile ilaç kullanımı, en az danışmanlık aldığı konu ise %25,9 (n=35) ile ağız ve diş sağlığı idi. Gebelerin tamamına idrar ve kan tahlili yapılmış ve ultrasonografi (usg) bakılmıştı. En az yapılan işlem %10,4 (n=14) ile meme muayenesi idi. Gebelerin %27,4’ünün (n=37) depresyon belirtileri gösterdiği görüldü. BDÖ puanı ile toplam vizit sayısı (p=0,843), danışmanlık puanı (p=0,108) ve yapılan işlemler puanı (p=0,166) arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki saptanmazken, yeterli bakım aldığını düşünme ile BDÖ puanı arasında anlamlı ilişki saptanmıştır (p=0,026). Sonuç: Çalışmamızda gebelerin çoğunun işlem ve vizit sayısı olarak yeterli antenatal bakım aldığını ancak danışmanlık hizmetlerini yeterince alamadıklarını ve yeterli bakım aldığını düşünme ile depresyon belirtileri arasında anlamlı ilişki olduğunu saptadık. Bu bulgular gebe bakımından primer sorumlu olan birinci basamak hekimlerine yol gösterebilir. Bu açıdan antenatal bakım hizmetlerinin geliştirilmesine yönelik çalışma ve projelere ihtiyaç vardır. Objective: The aim of our study is to determine the antenatal care status of pregnant women in the last trimester and to determine whether there is a relationship between antenatal care parameters and depression sypmtoms. Methods: The study was cross-sectional and was performed between September 201 and January 2019 at the Department of Obstetrics and Gynecology of Farabi Hospital, Karadeniz Technical University, Faculty of Medicine. The study included 135 last trimester pregnant women who were admitted to the outpatient clinic, did not have any chronic disease, did not get pregnant with assisted reproductive techniques and had not had major depression before. Beck Depression Scale (BDS) and a questionnaire consisting of 52 questions, which was prepared based on the prenatal care management guide of the Ministry of Health and assesses the antenatal care status and socio-demographic characteristics of the participants, was applied with the face-to-face interview technique. Each “yes” response to the questions asked about antenatal care receiving status was scored as “1 point” and every “no” response was scored as “0 point” and “consulting score” over 15 points and “procedures score” over 24 points were calculated. Results: The mean age of the participants was 30,2±5,4 years. 98.5% (n = 133) of the pregnant women came to the doctor in the first 14 weeks. Only 2 pregnant women had less than 4 visits. 72,6% (n = 98) of pregnant women had a sufficient number of visits. The average counseling score of the pregnant women was 7.8 ± 4.1 and the mean of the procedures score was 18.6 ± 2.6. The most consulted subject was the use of medication with 79.3% (n = 107) and the subject with the least consultancy was oral and dental health with 25.9% (n = 35). All of the pregnant women had urine and blood analysis and ultrasonography (usg). The least procedure was breast examination with 10.4% (n = 14). It was observed that 27.4% (n = 37) of the pregnant women had depression symptoms. While there was no statistically significant relationship between BDS score and total number of visits (p = 0.843), counseling score (p = 0.108) and the number of procedures score (p = 0.166), a significant relationship was found between thinking of receiving adequate care and BDS score (p = 0.026 ). Conclusion: In our study, we found that most of the pregnant women received adequate antenatal care in terms of the number of procedures and visits, but that they could not receive the counseling services adequately and there is a significant relationship between thinking that she received adequate care and symptoms of depression. This may lead to primary care physicians who are responsible for the pregnancy. In this respect, studies and projects are needed to develop antenatal care services. |
REVIEW ARTICLE | |
7. | COVID-19 Vaccines Erdinç Yavuz doi: 10.15511/tahd.20.00427 Pages 227 - 234 Yeni bir koronavirüs olan SARS-CoV-2’nin neden olduğu salgın 21. yüzyılın en önemli sağlık sorunudur. Virüsün yüksek bulaşıcılığı, ülkelerin sağlık sistemi üzerindeki eşi benzeri görülmemiş olumsuz etkisi ve bugüne kadar hastalığın prognozunu iyileştirebilecek tedavilerin bulunmaması bu hastalığa karşı etkin ve güvenilir bir aşı geliştirilmesinin önemini göstermektedir. Ayrıca pandeminin sona erdirilebilmesi için gereken %60-%70 toplum bağışıklığına ancak aşılarla ulaşılabileceği ileri sürülmektedir. COVID-19 pandemisi öncesinde bir aşının geliştirilmesi ortalama 10- 15 yıl sürmekteydi. Ancak Çin’de ortaya çıkan viral pnömoni vakalarından virüsün izole edilip tüm genomunun araştırmacıların kullanımına sunulması ile birlikte son biriki dekatta yoğun bir şekilde araştırılmakta olan mRNA, viral vektör gibi inaktif aşılara göre çok daha ucuz ve kısa sürede üretilebilen genetik temelli aşı geliştirme stratejilerinin SARS-CoV-2 aşısı geliştirilmesine adapte edilmesi bu sürenin 12-18 aya inmesini sağlamıştır. Ayrıca günde binlerce kişinin ölümüne neden olan ve zaman zaman hayatın sosyal ve ekonomik açılardan durmasına yol açan salgın için eşi benzeri görülmemiş bir finansal desteğin ve insan gücünün ayrılması aşı çalışmalarının hızlanmasına neden olmuştur. Aralık ayının ortası itibariyle dokuz ayrı kategoride 52’si klinik fazda; bunların da 13’ünün Faz 3 aşamasında olduğu 214 aşı geliştirme çalışması vardır. Bu derleme, Faz 3 aşamasında olan ve klinik kullanıma yakın dört önemli aşının geliştirilme tarihçesi, güvenirlilik ve etkinliği ile ilgili yapılan çalışmaları ve aşıların özelliklerini özetlemektedir. Bu aşılardan ilki 11 Aralık 2020 tarihinde ilk kez Birleşik Devletler Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onayı alan ve bir mRNA aşısı olan Pfizer/Biontech aşısıdır. Moderna’nın geliştirdiği mRNA aşısı FDA onayına başvuran ikinci aşıdır. AstraZeneca’nın Oxford Üniversitesi ile birlikte geliştirdiği replike olmayan viral vektör aşısı özellikle düşük maliyeti ile ilgi çekmektedir. Çinli Sinovac’ın geleneksel aşı üretim teknolojisi ile geliştirdiği inaktif virüs aşısı CoronaVac ile T.C. Sağlık Bakanlığı’nın 50 milyon doz aşı için yaptığı anlaşma ülkemiz için bu aşıyı gündeme getirmektedir. Yakın gelecekte acil kullanıma sunulan aşıların Faz 4 çalışmaları, bu aşıların etkinliği ve güvenirliliği hakkında çok önemli gerçek dünya verileri sağlayacaktır. The epidemic caused by SARS-CoV-2, a new coronavirus, is proved itself to be the most important health problem of the 21st century. The high contagiousness of the virus, its unprecedented negative impact on the health system of countries, and the lack of treatments that can improve the prognosis of the disease to date indicate the importance of developing an effective and reliable vaccine against this disease. In addition, it has been suggested that 60%-70% population immunity (herd immunity) required to end the pandemic can only be achieved with vaccines. Before the COVID-19 pandemic, it took an average of 10-15 years to develop a vaccine. However, with the isolation of the virus from the first cases of viral pneumonia in China and making the entire genome available to researchers, the strategies of developing genetically-based vaccines that can be produced in a shorter time and cheaper than inactive vaccines such as mRNA, viral vector which have been intensively researched in the last one or two decades and their adaptation to SARS-CoV-2 vaccine development has reduced this time to 12-18 months. In addition, an unprecedented financial support and the allocation of manpower for the epidemic, which causes the death of thousands of people per day and causes life to halt both socially and economically, has accelerated the vaccine trials. As of mid-December, there were 214 vaccine development trials in nine different categories of which 52 were in clinical phases; 13 of these were in Phase 3. This review summarizes the history of development, safety and efficacy of the four important vaccines that are in Phase 3 and close to clinical use, and the characteristics of the vaccines. The first of these vaccines is the Pfizer / Biontech vaccine, an mRNA vaccine that received FDA approval for the first time on 11 December 2020. The mRNA vaccine developed by Moderna was the second vaccine that applied for FDA approval. The non-replicating viral vector vaccine developed by AstraZeneca with Oxford University attracts attention especially with its low cost. The agreement between the inactive virus vaccine CoronaVac, developed by Chinese Sinovac with traditional vaccine production technology, and the order of Republic of Turkey Ministry of Health for 50 million doses of vaccine puts this vaccine on the agenda for our country. Phase 4 studies of vaccines that will be put into emergency use in the near future will provide very important real-world data on the efficacy and safety of these vaccines.. |
NEWS | |
8. | 2020 Hollanda LOVAH Değişim Programı Gözlemlerimiz Ahmet Emre Hatır, Merve Nur Turan Pages E1 - E4 Abstract |Full Text PDF |