ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TÜRKİYE AİLE HEKİMLİĞİ DERGİSİ - Türk Aile Hek Derg: 26 (4)
Cilt: 26  Sayı: 4 - 2022
1.
Kapak
Cover

Sayfa I

2.
Danışma Kurulu
Advisory Board

Sayfalar II - III

3.
İçindekiler
Contents

Sayfa IV

4.
Yayın Kuralları
Instructions for Authors

Sayfalar V - VII

5.
Editörden
Editorial

Sayfa VIII

ORİJİNAL ARAŞTIRMA
6.
Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Kanıta Dayalı Tıp Farkındalık Düzeyleri
Awareness of Medical Students About Evidence-Based Medicine
Mehmet Arslan, Elif Keskin Arslan, Halime Seda Küçükerdem, Meryem Çakır, Esra Meltem Koç, Melih Kaan Sözmen, Gülseren Pamuk, Yusuf Cem Kaplan
doi: 10.54308/tahd.2022.24008  Sayfalar 131 - 137
Amaç: Kanıta dayalı tıp, klinikte hastayla ilgili kararlar alırken hekimin kişisel deneyimlerine, hasta değer ve beklentilerine, var olan kanıtlanmış bilgileri entegre etmesi, bu bilgilerin dikkatli, açık ve mantıklı bir şekilde kullanılmasıdır. Bu çalışmanın amacı, bir tıp fakültesi öğrencilerinin kanıta dayalı tıp ile ilgili farkındalıklarının değerlendirilmesi ve elde edilecek veriler ile öğrencilerin tıp eğitimi süresince kanıta dayalı tıp ile ilgili teorik ve pratik ders içeriğinin belirlenmesine ışık tutmaktır.
Yöntem: Çalışmanın evrenini, tıp fakültesi dönem 3, 4, 5 ve 6 öğrencileri oluşturmaktadır. Çalışmada kullanılmak üzere araştırmacılar tarafından geliştirilmiş, toplamda 23 sorudan oluşan anket formları hazırlandı ve istatistiksel değerlendirmede ki-kare testi ve Fisher’s exact test kullanıldı.
Bulgular: Araştırmaya 163 öğrenci dâhil edildi. Katılımcıların %43,6’sı kanıta dayalı tıp eğitimi almıştı ve katılımcıların %92’si kanıta dayalı tıbbı duymuştu. Katılımcıların %78,5’i kanıta dayalı tıp ile ilgili daha fazla bilgi edinmek istiyordu. Tıbbi bilgi edinmek için katılımcıların %93,9’u ders notları, %75,5’i ders kitabı kullanıyordu ve veri tabanlarını bilme durumları açısından %81’i Pubmed, %58,3’ü Google Akademik, %55,3’ü Medline, %35’i UpToDate’i biliyordu.
Sonuç: Mevcut kanıta dayalı tıp kaynaklarına ilişkin farkındalığın artırılmasına ve bunlaraerişim sağlanmasına gereksinim vardır. Kanıta dayalı tıp eğitimi için üniversitelerde uygun müfredat hazırlanmalı ve kanıta dayalı tıbbın önündeki engeller ortadan kaldırılmalıdır.
Objective: Evidence-based medicine is integrating existing proven information with the physician’s personal experiences, patient values and expectations, and using this information carefully, clearly and logically while making decisions about the patient in the clinic. The aim of this study is to evaluate the awareness of a medical school students about evidence-based medicine. In addition, we aimed to determine the theoretical and practical course content related to evidence-based medicine during the medical education of the students.
Methods: The sample of the study consisted of 3rd, 4th, 5th and 6th grade students of medical school. Questionnaire forms consisting of 23 questions in total, developed by the researchers, were used in the study. Chi-square test and Fisher’s exact test were used for statistical analysis.
Results: 163 students were included in the study. 43.6% of the participants had received evidence-based medicine training and 92% of the participants had heard of evidence-based medicine. 78.5% of the participants wanted to learn more about evidence-based medicine. To acquire medical knowledge, 93.9% of the participants used lecture notes and 75.5% used ders kitabıs. In terms of knowledge of databases, 81% knew Pubmed, 58.3% Google Scholar, 55.3% Medline, 35% knew UpToDate.
Conclusion: There is a need to increase awareness and access to available evidence-based medicine resources. Appropriate curricula should be prepared in universities for evidence-based medical education and obstacles to evidence-based medicine should be removed.

7.
Metabolik Sendromda Ortalama Trombosit Hacmi ve Trombosit Düzeylerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Mean Thrombocyte Volume and Thrombocyte Levels in Metabolic Syndrome
Şenay Yiğit, Memet Taşkın Egici, Akın Dayan
doi: 10.54308/tahd.2022.77486  Sayfalar 138 - 147
Amaç: Çalışmada metabolik sendrom ile ortalama trombosit hacmi ve trombosit değerleri arasındaki ilişki değerlendirilmiş olup metabolik sendromu olan hastalar ile kontrol grubundaki hastalar arasında bel çevresi, arteriyel tansiyon, HDL, trigliserid düzeyleri ile ortalama trombosit hacmi ve trombosit arasındaki fark incelenmiştir.
Yöntem: Çalışma retrospektif vaka-kontrol çalışmasıdır. 1 Ocak 2017- 1 Aralık 2020 tarihleri arasında aile sağlığı merkezimize kesin kayıtlı erişkin hastalar retrospektif olarak taranmıştır. Kullanılan aile hekimliği bilgi sistemi (AHBS) incelenerek metabolik sendromlu hastalar ve metabolik sendromu olmayan hastalar belirlenmiştir. Çalışma evreninden basit tesadüfi örnekleme yöntemi ile 382 kişi alınmıştır. Kayıtlardan hastaların sosyodemografik özellikleri, bel çevresi, arteriyel tansiyon, HDL, trigliserid, trombosit ve OTH değerleri tespit edilerek hazırladığımız araştırma formuna işlenmiştir. İstatistiksel analizler için ise IBM SPSS 21.0 programı kullanılmış ve istatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların yaş ortalaması 48,2 yıl olup %61’i kadındır. Hastalarda trombosit ile ortalama trombosit hacmi arasında zayıf düzeyde, negatif yönlü istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Kadın cinsiyette trombosit değerinin erkeklere göre daha yüksek olduğu saptanmıştır. Eğitim durumu arttıkça metabolik sendromun azaldığı tespit edilmiştir. Metabolik sendromlu popülasyonda en sık metabolik sendrom bileşeni abdominal obezite olarak bulunmuştur. Vücut kitle indeksinin artması ile metabolik sendrom olma riski %27,5, trigliserid %2, açlık kan şekeri %14,9, trombosit değerinin ise %1,1 arttığı tespit edilmiştir. HDL arttıkça metabolik sendrom olma riski %16,0 azalmaktadır.
Sonuç: Birinci basamakta kardiyovasküler komplikasyon riski yüksek olan metabolik sendromlu hastaların tanısında düşük eğitim düzeyi ve obezitesi olan hastalara öncelik verilmesi uygun olacaktır. Çalışmamızda trombosit sayısı metabolik sendromu pozitif yönde yordamıştır. Ancak ortalama trombosit hacminin metabolik sendromu öngörmede etkisi saptanmamıştır.
Objective: In the study, the relationship between metabolic syndrome and average thrombocyte volume and thrombocytes values was evaluated. The difference between waist circumference, arterial hypertension, HDL, triglyceride levels, thrombocyte volume and thrombocytes levels between patients with metabolic syndrome and patients in control group was investigated.
Methods: The study is a retrospective case-control study. Adult patients registered to Family Medicine Unit were retrospectively scanned between January 1, 2017 and December 1, 2020. The family medicine information system (FMIS) was utilized to assess which patients had metabolic syndrome and which patients did not. A simple random sample procedure was used to enroll 382 persons from the research population. From the data, the patients’ sociodemographic parameters, waist circumference, arterial blood pressure, HDL, triglyceride, thrombocytes and average thrombocyte volume values, documented in the research form we developed. The IBM SPSS 21.0 program was used for statistical analysis, and the statistical significance threshold was set at p<0.05.
Results: The patients in the research were 48.2 years old on average, with 61 percent of them being female. In individuals there is a weak, negative, statistically significant correlation between thrombocytes and average thrombocyte volume. It was found that the platelet value was higher in females than males. It was shown that as the level of education increases metabolic syndrome reduced. Abdominal obesity was found to be the most common metabolic syndrome component in the population with metabolic syndrome. It was determined that body mass index increased the risk of metabolic syndrome by 27.5%, triglyceride increased by 2%, fasting blood sugar by 14.9%, and platelet value increased by 1.1%.
Conclusion: Patients with low educational status and obesity should be given priority in the diagnosis of patients with metabolic syndrome who are at high risk of cardiovascular problems in primary care. However, no effect of average thrombocyte volume in predicting metabolic syndrome was found. In our study, thrombocyte value was interpreted as metabolic syndrome positively.

8.
İhmal Edilen Önemli Bir Konu, “Kötü Haber Verme”: Hekimler Ne Biliyorlar?
An Important Neglected Topic “Breaking Bad News”: What Do Physicians Know?
Hatice Tuba Akbayram, Hamit Sırrı Keten, Beytullah Nariçi
doi: 10.54308/tahd.2022.36035  Sayfalar 148 - 153
Amaç: Hastanın yaşamını olumsuz etkileyen yeni tıbbi bilgilerin iletilmesi olarak tanımlanan kötü haber verme (KHV) hekimlerin bilmesi ve uygulaması gereken önemli ve zor bir iletişim becerisidir. Bu çalışma, bir üniversite hastanesinde çalışan asistan hekimlerin KHV ile ilgili bilgi, tutum ve davranışlarını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı özellikteki bu çalışma, 01.03.2022-01.04.2022 tarihleri arasında bir üniversite hastanesinde yapıldı ve veriler 35 sorudan oluşan online anket aracılığıyla toplandı. KHV iletişimi ile ilgili davranışlar asla, nadiren, bazen, çoğu zaman ve her zaman olarak 5’li likert tipi ölçek ile değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya katılan 117 hekimin yaş ortalaması 28,7±2,41 (min: 24-max: 38) olup, %52,1’i erkekti. Katılımcıların %47,9’u evli, %71,8’i dâhili tıp bilimlerinde çalışıyordu. Hekimlerin %64,1’inin son 6 ay içerisinde kötü haber verdiği belirlendi. Cerrahi bölümlerde çalışan hekimlerde KHV (%78,8), dâhili bölümlerde çalışanlara göre (%58,3) anlamlı olarak yüksekti (p=0.038). KHV ile ilgili eğitim almayanların oranı %85,5 ve KHV ile ilgili eğitim almak isteyenlerin oranı %76,9 olarak bulundu. KHV ile ilgili SPIKES ve BREAKS protokollerini duyanların oranı %5,1 idi. KHV’den önce hastadan izin almak, hastalığının prognozu ile ilgili hastaya net bilgi vermemek, kötü haberi yalnızca hasta yakınlarına iletmek sıklığı sırasıyla %31,6, %26,5 ve %23,1 olarak çoğu zaman/her zaman yapılan davranışlar olarak belirlendi. KHV iletişimi sırasında çoğu zaman/her zaman empati kurma dâhili bölümlerde çalışan hekimlerde (%70,2) cerrahi bölümlerde çalışan hekimlere göre (%45,5) anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.012).
Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda, KHV ile ilgili hekimlerin büyük bir kısmının eğitim almadığı ve KHV iletişimi ile ilgili bazı davranışlarda yetersiz oldukları saptanmıştır. Tıp fakültesi eğitimi sırasında ve mezuniyet sonrasında dönemde KHV ile ilgili eğitimler verilerek tüm hekimlerin bu iletişim becerilerinin geliştirilmesi ve kötü haberlerin uygun bir şekilde iletilmesi sağlanmalıdır.
Aim: Breaking bad news (BBN), which is defined as the delivering new medical information that negatively affects the patient’s life, is an important and difficult communication skill that physicians should improve skills. This study was conducted to evaluate the knowledge, attitudes and behaviors about BBN of resident physicians in a university hospital.
Materials and Methods: This descriptive study was conducted in a university hospital between 01.03.2022 and 01.04.2022. Data were collected through an online questionnaire consisting of 35 questions. Behaviors related to BBN communication were evaluated on a 5-point Likert-type scale as never, rarely, sometimes, often, always.
Results: The mean age of the 117 physicians participating in the study was 28.7±2.41 (min: 24-max: 38), 52.1% of them were male. 47.9% of the participants were married and 71.8% were working in internal medicine. It was found that 64.1% of the physicians had given bad news in the last 6 months. The BBN (78.8%) of physicians working in surgical departments was significantly higher than those working in internal departments (58.3%) (p=0.038). The rate of those who did not receive training on BBN was 85.5%, and the rate of those who wanted to receive training on BBN was 76.9%. The rate of those who heard about SPIKES and BREAKS protocols for BBN was 5.1%. Getting patient’s consent before BBN, not giving clear information to the patient about the prognosis of his disease and conveying the bad news only to the relatives of the patient were found to be behaviors that were usually /always done in 31.6%, 26.5% and 23.1% respectively. Usually/always empathizing during BBN communication was found to be significantly higher in physicians working in internal medicine (70.2%) than physicians working in surgical departments (45.5%) (p=0.012).
Conclusion: In conclusion, in our study, it was found that most of the physicians related to BBN did not receive training and were inadequate in some behaviors related to BBN communication. All physicians should be provided with training on BBN during their medical school education and after graduation, so that all physicians’ communication skills should be improved and bad news should be conveyed appropriately.

9.
Obezite Hastalarında Sağlık Okuryazarlığı ile Sağlıklı Beslenme Tutumu İlişkisinin Değerlendirilmesi
Valuation of the Relationship of Health Literacy and Healthy Eating Attitude in Obesity
Aslı Çın, Tolga Akkan, Murat Dağdeviren, Tijen Şengezer, Mustafa Altay
doi: 10.54308/tahd.2022.42104  Sayfalar 154 - 163
Amaç: Çalışmamızın amacı; obeziteli bireylerin sağlık okuryazarlığı düzeylerini ölçmek, sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumlarını değerlendirmek ve bunlar arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını ortaya koymaktır.
Yöntem: Çalışmamız, kesitsel ve tanımlayıcı bir araştırmadır. Çalışmaya 284 obeziteli gönüllü dahil edildi. Çalışmaya katılanların sosyo-demografik verileri toplandıktan sonra sağlık okuryazarlığı düzeyleri Avrupa Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği Türkiye uyarlaması (ASOY-TR) ile değerlendirildi. Bununla beraber, katılımcıların sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumunu değerlendirmek için Sağlıklı Beslenmeye İlişkin Tutum Ölçeği (SBİTÖ) uygulandı.
Bulgular: Çalışmaya katılan 284 gönüllünün 174’ü (%61,3) kadın, 110’u (%38,7) erkekti. Katılımcıların sağlık okuryazarlığı düzeyleri kategorize edildiğinde; %31’inin sağlık okuryazarlığı “yetersiz” seviyede, %37,7’sinin “sorunlu/sınırlı” seviyede, %21,1’inin “yeterli” seviyede ve %10,2’sinin “mükemmel” seviyede olduğu görüldü. Katılımcıların sağlıklı beslenmeye ilişkin tutum ölçeğinden aldıkları toplam puan ortalamaları 72,1±11,2 idi ve sağlıklı beslenmeye ilişkin tutum “yüksek” düzeyde idi. Katılımcıların obezite sınıflarına göre SBİTÖ toplam puan ortalamaları karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Obezite sınıflarına göre sağlık okuryazarlığı düzeyleri karşılaştırıldığında sınıf 3 obeziteli bireylerin sağlık okuryazarlığı toplam puanlarının (32,0±9,5) sınıf 2 obeziteli bireylerin puanlarından (28,0±8,2) anlamlı yüksek olduğu görüldü.
Sonuç: Çalışmamızda obeziteli bireylerde sağlık okuryazarlığı düzeylerinin düşük olduğu, sağlıklı beslenmeye ilişkin tutumlarının ise yüksek olduğu görüldü. Ayrıca beden kitle indeksi, eğitim durumu, daha önce kilo vermek için diyet yapma durumu ve SBİTÖ toplam puanlarının sağlık okuryazarlığını arttırmada anlamlı bir fark oluşturdukları görüldü.
Objective: The aim of our study; to measure the health literacy levels of individuals with obesity, to evaluate their attitudes towards healthy eating and to reveal whether there is any relationship between them.
Methods: 284 obese volunteers were included in the study. After the socio-demographic data of the participants were collected, their health literacy levels were evaluated with the European Health Literacy Scale Turkish version (HLS-TR-Q). In addition, the Attitudes Towards Healthy Eating Scale (ATHES) was applied to evaluate the participants’ attitudes towards healthy eating.
Results: Of the 284 volunteers participating in the study, 174 (61.3%) were female and 110 (38.7%) were male. When the participants’ health literacy levels were categorized; It was observed that 31% of them had “inadequate” health literacy, 37.7% had a “problematic/limited” level, 21.1% had a “sufficient” level and 10.2% had an “excellent” level. The total mean score of the participants from the ATHES was 72.1±11.2, and the attitude towards healthy eating was at a “high” level. A statistically significant difference was not found when the total mean scores of ATHES were compared according to the obesity classes of the participants. When health literacy levels were compared according to obesity classes, it was seen that the total health literacy scores of individuals with class 3 obesity (32.0±9.5) were significantly higher than those of individuals with class 2 obesity (28.0±8.2).
Conclusion: In our study, it was seen that the health literacy levels were low and their attitudes towards healthy eating were high in obese individuals. In addition, it was seen that body mass index, education status, dieting to lose weight before and ATHES total scores made a significant difference in increasing health literacy.

LookUs & Online Makale