ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TURKISH JOURNAL OF FAMILY PRACTICE - Türk Aile Hek Derg: 19 (1)
Volume: 19  Issue: 1 - 2015
HABER
1.
2014’e genç bir bakış
Fethi Sada Zekey, Demet Merder Çoşkun, Fikret Merter Alanyalı, Canan Tuz, Berk Geroğlu
Page 0
Abstract

KLINIK MAKALE
2.Burnout
Okay Başak
doi: 10.15511/tahd.15.01001  Pages 1 - 2
Abstract |Full Text PDF

EDITÖRE MEKTUP
3.Parents’ visual perceptions about their child’s nutritional status and association with appetite
Resul Yılmaz, Samet Özer
doi: 10.15511/tahd.15.01003  Page 3
Abstract |Full Text PDF

4.Socio-economic status evaluation in medicine: Are we doing the right thing in medical research?
Altuğ Kut, Funda Salgür
doi: 10.15511/tahd.15.01004  Pages 4 - 13
Tıp alanında toplum anlayışımız geliştikçe, sağlık değişkenlerinin sosyal ve ekonomik belirteçlerle olan ilişkisi de dikkatimizi çekmektedir. Bu nedenle, medikal araştırmalarda sağlığın bu belirteçlerden nasıl etkilendiğini inceleme isteğimiz de hızla artmaktadır. Ancak akademik kaygılarımız arasına görece yeni katılan bu bilimsel alandaki deneyimlerimiz halen oldukça sınırlıdır. Kompozit ölçekler her ne kadar gelişmiş ülkelerde yaygın olarak kullanılsalar da ülkemizin bölgelere göre heterojen yapısı nedeniyle bu ölçeklerin ülkemize uyarlanarak kullanılması zor görünmektedir. Proxy sorular ise çalışmalarda sıkça kullanılmalarına karşın araştırmacılar bu soruları sosyoekonomik seviye ile ilişkilendirirken zorlanmaktadırlar. Diğer taraftan değişen toplumsal yapının gereği olarak sosyoekonomik seviye belirlerken kullandığımız değer yargılarımız da hızla değişmektedir. Örneğin 10 yıl önce sadece gelir düzeyi ve eğitim seviyesi sorgulamak sosyoekonomik seviye hakkında yeterli bilgi verirken, bugün gelinen noktada ikamet bölgeleri ve hatta arkadaş çevresi dahi değer kazanmış görünmektedir. Bununla birlikte doğru sorulmuş örnek bazı soruların elde olması bu konudaki kaygıları belirgin olarak azaltacaktır. Bu yazının amacı, başta aile hekimliği uzmanlık alanında olmak üzere, tıp disiplinlerinde sağlık sorunlarını sosyoekonomik değişkenlerle ilişkilendirirken anlayışımıza bir boyut katmak, doğru yönelimler ve çıkarımların yapılmasına yardımcı olmaktır.
Since our understanding of the society in the field of medicine evolves, the relation of socioeconomic markers with parameters of health attracts our attention. Accordingly, our desire to investigate how heath is affected by these markers is also increasing rapidly. However our experiences in this scientific field, which is recently added to our academic concerns, are still quite limited. While Composite scales are widely used in developed countries, the heterogeneous structure of the population living in different regions in our country makes it difficult to use this scales. On the other hand proxy questions are frequently used in the Turkish literature, but there are difficulties in associating these questions with the actual regarding socioeconomic status of the investigated population. Changes in the demands of the population are also forcing to changes in our value of judgement in evaluating the socioeconomic status. While ten years ago the assessment of monthly income and educational status was enough for the evaluation of socioeconomic status, today even the chosen residential areas and social circle became important. Additionally having correctly formatted proxy questions on hand will decrease researchers concerns regarding this issue. The aim of this article is to improve our understanding towards analyzing relations between health concerns and socioeconomic variables and to help in achieving correct interferences and results.

ORIJINAL ARAŞTIRMA
5.Obesity frequency in school children and related risk factors
Çagatay Savaşhan, Oktay Sarı, Ümit Aydoğan, Muhammed Erdal
doi: 10.15511/tahd.15.01014  Pages 14 - 21
devam etmesi, komplikasyonlara bağlı morbidite ve mortalitede ciddi artışlar yaşanması ve en önemlisi de çoğunlukla önlenebilir olması nedeniyle dikkat edilmesi gereken bir sağlık problemidir. Çalışmamızda, 6-11 yaş arası çocuklarda obezite sıklığı ve gelişiminde rol oynayan faktörleri araştırdık. Yöntem: Ankara’nın Yenimahalle ilçesinde bulunan 71 ilköğretim okulundan küme örneklem ile rastgele seçilen 32’sinde 6-11 yaş arasındaki 3963 çocuk ve ebeveynleri çalışmaya alındı. Çocukların ve ebeveynlerinin yaş, boy, kilo ve cinsiyetleri, çocukların iştah durumu, hazır yiyecekleri (atıştırma) tüketme sıklıkları, ebeveynlerin eğitim ve gelir durumları ve çocukların televizyon ve bilgisayar başında geçirdikleri süre değerlendirildi. Katılımcıların beden kit-le indeksleri hesaplanarak sosyo-demografik özellikleri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Çocukların %11,1’i (s=438) kilolu ve %7,5’i (s=299) obez olarak saptandı. Hem anne hem de babası obez olan çocuklarda obezite görülme sıklığı %15,7 (s=18) idi. Anne ve babaların beden kitle indeksleri arttıkça çocuklardaki obezite sıklığının da arttığı saptandı (p<0,001). Obez çocukların %64,9’unun ebeveynleri, çocuklarının kilosundan memnundu. Hem anne hem de baba obez olanlarda ise çocuklarının kilosundan memnun olma sıklığı %72,2 olarak bulundu. Her üç çocuktan ikisinin yemek öğünlerinde sorunu vardı ve çocukların %48,2’sinin düzenli sabah kahvaltısı alışkanlığı yoktu. Tüm çocukların %69,6’sının öğün aralarında abur-cubur atıştırma alışkanlığı vardı. Televizyon veya bilgisayar karşısında daha fazla vakit geçiren çocuklarda obezite görülme sıklığı anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p<0,05). Sonuç: Çalışmamızın temel sonuçları çocukluk obezitesinde beslenme alışkanlıkları ve sedanter yaşamın önemli rol oynadığı şeklindedir.
Objective: Childhood obesity is a health problem that should be taken into account for the fact that it progresses as adult obesity; serious increases occur in morbidity and mortality due to complications; and most importantly, it can be generally prevented. In our study, we researched obesity frequency in child-ren at 6-11 years of age, and the factors that play a role in its development. Methods: 3963 children at 6-11 years of age from 32 of 71 elementary schools located in Yenimahalle district of Ankara along with their parents were selected to participate in the study. Age, height, weight, and gender of children and their parents; appetites of the children; their frequency of consuming fast food; their parents’ level of education and income; and the time spent by the children on TV and computer were evaluated. BMI (body mass index) values of the participants were calculated and compared with their socio-demographic characteristics. Results: It was found that 11.1% (n=438) of the children were overweight, and 7.5% (n=299) of them were obese. Frequency of obesity was 15.7% (n=18) in the children whose mothers and fathers were both obese. It was found that frequency of obesity increased as BMI averages of children’s mothers and fathers increased (p<0.001). 64.9% of the parents of the obese children were pleased with their children’s weight. It was found that the frequency of being pleased with children’s weight was 72.2% in cases where both mothers and fathers were obese. Two out of every three children had problems in meals, and 48.2% of the children did not have a habit of regularly having breakfast. 69.6% of all children had a habit of eating junk food between meals. The frequency of obesity was found to be high at a significant level in the children who spent more time on TV and computer (p<0.05). Conclusion: Result of this study shows that eating habits and sedentary life style play an important role in childhood obesity.

6.Burnout of the public transportation vehicle drivers: A cross sectional study
Sabah Tüzün, Arzu Uzuner, Ahmet Öztürk, Mehmet Akman
doi: 10.15511/tahd.15.01022  Pages 22 - 30
Amaç: Tükenmişlik sendromu özellikle insanlarla yoğun ilişki kurmayı gerektiren mesleklerdeki, iş yüküne bağlı olarak duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve düşük kişisel başarı hissini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Yoğun trafik içinde çalışan otobüs sürücülerinin her gün kalabalık insan topluluklarıyla karşılaştığı göz önüne alındığında, bu çalışma koşullarının tükenmişliğe neden olabileceği düşünülebilir. Bu çalışmanın amacı İstanbul’da çalışan otobüs sürücülerinde tükenmişlik düzeyini araştırmaktır. Yöntem: İstanbul Anadolu Yakası Garajı’na bağlı bölgelerde çalışan otobüs sürücülerine yönelik Maslach Tükenmişlik Ölçeği uygulanarak yapılan kesitsel bir araştırmadır. Toplam 1879 sürücüden 396’sı çalışmaya alınmıştır. Anket formları Mart-Nisan 2008 tarihlerinde belediyenin (IETT) Anadolu yakası merkez garajında altı ana hatta çalışan sürücülere, her bölgede çalışan sürücü sayısı üzerinden tabakalandırılarak dağıtılmıştır. Tükenmişlik durumu duygusal bitkinlik, duyarsızlık ve düşük kişisel başarı olmak üzere üç alanda değerlendirilmiştir. Bulgular: Anket formu ve ölçeğini toplam 396 otobüs sürücüsü doldurdu. Sürücülerin tamamı erkekti. Yaş ortancası 40,0 (27-59) olup; %96,6’ı evliydi, tamamının sosyal güvencesi bulunmaktaydı. Çalışma yılı 10 (1-32), çalışma saati 8 (8-12)/gün idi. %53,1’i dinlenmek için zaman bulabildiğini, %99.5’i haftada bir gün tatil günü olduğunu ifade etti. Katılımcıların temel problemlerinin sağlık, ekonomik ve sosyal güvenlik alanlarında olduğu saptandı. Ortanca değerleri sırasıyla duygusal tükenmişlik için 16 (0-36); duyarsızlık için 7 (0-20); kişisel başarı için 20 (0-32) puan bulundu. Sonuç: Araştırmanın sonuçları otobüs sürücülerinde tükenmişlik sendromunun olmadığını göstermiştir. Bu durum daha çok, sosyal güvencenin ve düzenli bir gelirin olmasına ve çalışılan kuruma duyulan güvenin iş stresini azaltmasına bağlanmıştır.
Objective: Burnout syndrome is a psychological term for the experience of long-term exhaustion and diminished interest due to the workload especially for occupations that need close interaction with crowds. Bus drivers who work in heavy traffic and face too many people, are probably more prone to burnout.This study aims to investigate the presence of burnout syndrome in bus drivers working in Istanbul. Methods: This is a cross sectional study, performed by using Maslach Inventory in bus drivers working in the Anatolian side of Istanbul. The questionnaires were distributed equally to dri-vers working on six main lines at the Anatolian central garage of the municipality (IETT). According to the inventory, burnout syndrome is defined in three areas, the scores for the subgroups were emotional exhaustion, desensitization and low personal accomplishment. Results: A total of 396 bus drivers filled in the questionnaire. All of the drivers were male. Median age was 40.0 (27-59), 96.6% were married, and all had social insurance. Median working course was 10.0 (1-32) year; median daily working hour period were 8.0 (8-12) hours; 53.1% stated they could find time for resting, 99.5% had one day off in a week. The main problem areas were health, economy and social security. Emotional burnout median was 16 (0-36); desensitization median was 7 (0-20); low personal accomplishment median was 20 (0-32). Conclusion: This study showed that burnout syndrome was not frequent among bus drivers working in Istanbul. This may be due to the presence of social security and a regular income. Low work related stress based on working in a secure and safe environment might also contribute to the low number of burnout cases.

7.Estimated serum osmolality value as a risk predictor for coronary heart disease
Hakan Demirci, Ufuk Aydın, Yasemin Üstündağ Budak, Yıldırım Çınar
doi: 10.15511/tahd.15.01031  Pages 31 - 36
Amaç: Serum osmolalitesi koroner arter hastalarında yükselebilir. Serum osmolalitesi etkileyen bazı faktörler koroner arter hastalığı için de risktir. Bu çalışmamızda koroner arter hastalığı öyküsü ile serum osmolalitesi arasındaki muhtemel ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Yöntem: Bu çalışma olgu kontrol deseninde planlanmıştır. Çalışma için, ardışık örnekleme yöntemi ile 45 yaş üzeri 141 olgu seçildi. Bunlardan, 61 olguda koroner arter hastalığı öyküsü vardı. Çalışma grubunda hastaların koroner arter hastalığı için raporu vardı ve hastalar bu rahatsızlık için tedavi görmekteydiler. Serum osmolalitesi uygun formül kullanılarak hesaplandı. Bulgular: Osmolalite (t= -4,209, p=0,000), açlık plazma glikozu (t= -2,606, p = 0.01) ve bel kalça oranı (t=-2,193, p=0,03) değerleri koroner arter hastalığı tanısı olan hastalarda istatistik olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu. Sonuç: Bu çalışma sonuçlarına göre hesaplanmış osmolalite koroner arter hastalığı ile ilişkilidir.
Objective: Some of the factors affecting serum osmolality are also known risk factors for coronary artery disease. In the present study, we aimed to investigate if there is a relationship between serum osmolality and a history of coronary artery disease. Methods: The present study was designed as a case control study. We selected 141 patients aged 45 years or over with consecutive sampling method. Of these, 61 patients had a history of coronary artery disease. In the study group, coronary artery disease was documented and the patients have been under medication for this specific illness. Serum osmolality was calculated using appropriate formula. Results: Estimated serum osmolality (t= -4.209, p=0.000), fasting plasma glucose (t= -2,606, p = 0.01) and waist to hip ratio (t= -2,193, p=0.03) were higher in patients with coronary artery disease. Conclusion: We have shown that estimated serum osmolality correlates with a history of coronary artery disease.

8.Knowledge of, attitudes toward, and barriers to participation of colorectal cancer screening in Aydın central region
Nur Şeyda Şahin, Bayram Ali Üner, Mehmet Aydın, Ayşen Akçan, Ayfer Gemalmaz, Güzel Dişçigil, Serpil Demirağ, Okay Başak
doi: 10.15511/tahd.15.01037  Pages 37 - 48
Amaç: Tüm kanserler içinde üçüncü sıklıkta görülen ve kanserden ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer alan kolorektal kanser (KRK), tarama programları ile erken tanınabilmekte ve önlenebilmektedir. Toplumun kolorektal kansere ilişkin farkındalığı artırılmadıkça erken tanı ve tarama programlarının başarılı olması olası değildir. Çalışmamızda Aydın merkez ilçede, tarama testi yaptırmanın KRK ve tarama testlerine ilişkin bilgi, tutum ve engellerle ilişkisini araştırdık. Yöntem: Aydın merkez ilçede bulunan sekiz aile sağlığı merkezine 2012 Mart ayı boyunca başvuran kişilerden rastgele seçilen 50 yaş ve üzerindeki 562 katılımcıya yüz yüze standart bir anket uygulaması yapıldı. Çalışma yapılan sağlık merkezleri bölgede bulunan 24 aile sağlığı merkezi (ASM) arasından rastgele yöntemle belirlendi. Veri toplama aracı olarak tarama yaptırma durumunu, KRK ve tarama testlerine ilişkin bilgi, tutum ve engelleri ve tarama yaptırma isteğini sorgulayan sorular içeren bir soru formu kullanıldı. Bulgular: Yaş ortalaması 59,8±7,4 (50-80 yaş arası) olan katılımcıların 376’sı erkekti (%66,9). Yüz kırk altı katılımcı (%25,8) KRK konusunda bilgi sahibi olduğunu, 68 katılımcı (%12,1) ise kolorektal kanserin erken tanınabileceğini belirtmişti. Katılımcılardan 32’si (%5,7) kolonoskopiyi ve 13’ü (%2,3) gaytada gizli kanı (GGK) bir tarama yöntemi olarak bilmekteydi. Toplam 66 katılımcı (%11,9) daha önce KRK taraması yaptırmıştı (GGK %7,7; sigmoidoskopi %3,6 ve kolonoskopi %5,4). Katılımcıların yalnızca %25,9’u (145 kişi) tarama için hekim tavsiyesi almış ve bunların %67,3’ü (105 kişi) tavsiyeye uymuştu. İleri yaştakiler (p=0,009); sağlık güvencesi olanlar (p=0,009), herhangi bir kanser tanısı (p<0,001) ve kanserli bir yakını olanlar (p=0,01) ve tarama yaptırma yönünde hekim tavsiyesi alanlar (p<0,001) daha çok tarama yaptırmıştı. Genel bilginin tarama testlerini yaptırma üzerinde etkisi yokken (p>0,05), bir yöntem olarak kolonoskopiyi bilenler daha fazla tarama yaptırmışlardı (p<0,01). Katılımcıların %39,3’ü (221 kişi) tarama yaptırmaya gereksinimi olduğunu düşünmekle birlikte, daha fazla katılımcı tarama yaptırmak istemekteydi (371 kişi; %66,0). Bilgisizlik (182 kişi; %32,4), kendini risk altında görmeme (164 kişi; %29,2) en sık bildirilen tarama yaptırmama nedenleriydi. Sonuç: Sonuçlarımız bölgemiz aile sağlığı merkezlerine başvuranların kolorektal kanserle ilgili bilgi yetersizliğinin bulunduğunu, 50 yaşın üzerinde önerilen taramaların yeterince bilinmediğini ve yaptırılmadığını göstermektedir. Hekimler tarama yönünde yeterince tavsiyede bulunmamaktadır; oysa yapılan tavsiyeye uyulmaktadır. Genel bilginin davranışlara etkisi yok görünmektedir; ancak daha özgül bilgiler davranışı olumlu yönde geliştirmektedir.
Objective: Colorectal cancer (CRC), which ranks third in cancer morbidity and second in cancer deaths worldwide, can be detected early and prevented with mass screening programs. Improving community awareness of CRC is crucial for the success of these programs. This study investigated the association of screening test participation with knowledge of, attitudes toward, and barriers to CRC and screening tests in Aydın central region. Methods: In a one-month period in 2012 (March) person-to-person interviews by using a standardized survey instrument were conducted with 562 subjects aged 50 years and older who were randomly recruited from eight family medicine centers (FHCs) in Aydın central region. Eight family health centers were randomly determined among 24 FHCs in the region. The study questionnaire included items questioning the screening participation status, knowledge of, attitudes toward, and barriers to CRC and screening tests, and intent to participate. Results: The mean age of the participants was 59.8±7.4 years (range, 50–80 years), and 66.9% (376 participants) were male. One hundred forty six participants (25.8%) had knowledge about CRC and 68 participants (12.1%) knew that CRC could be diagnosed early. Of the participants, 32 (5.7%) knew colonoscopy and 13 (2.3%) fecal occult blood testing (FOBT) as a screening method. A total of 66 (11.9%) of participants had undergone previous CRC testing (FOBT 7.7%; sigmoidoscopy 3.6% and colonoscopy 5.4%). Only 25.9% (145 subjects) of the respondents received physician recommendations to undergo CRC testing and 67.3% (105 subjects) of them obeyed the recommendation. Age (p=0.009), health insurance (p=0.009), being diagnosed with any kind of cancer (p<0.001), having a relative with any kind of cancer (p=0.01) and receiveing physician recommendation of screening tests (p<0.001) were correlated with screening test participation. While having general knowledge of CRC had no effect on the screening participation (p>0.05), those participants knowing colonoscopy as a screening test underwent more screening (p<0,01). Although 39.3% (221 respondents) perceived need for screening, most respondents responded (66.0%; 371 subjects) positively to undergo future CRC testing. The most frequently reported barriers to getting CRC screening tests were not knowing CRC and screening tests (182 subjects, 32.4%) and not seeing themselves at high risk (164 subjects, 29.2%). Conclusion: Our results demonstrate that people applying to regional FHCs lack of knowledge of CRC and screening tests recommended for those older than 50 years are neither sufficiently known nor used. Physicians do not sufficiently recommend for the screening tests, whereas the recommendations are practiced well. General knowledge of CRC don’t seem to affect behaviours, however more specific knowledge effects them positively.

OLGU SUNUMU
9.Autoimmune polyglandular syndrome: a case report
Burcu Doğan, Ayşe Arzu Akalın, Eylem Karaalp, Alev Ergişi, Aytekin Oğuz
doi: 10.15511/tahd.15.01048  Pages 58 - 61
Otoimmün hastalıklar, farklı dokulara karşı humoral immün cevap oluşumuyla gelişen kronik heterojen bir hastalık grubudur. Birden fazla organın otoimmün disfonksiyonudur. Otoimmün Poliglandüler Sendrom (OPS) 4 alt gruba ayrılmaktadır. Tip 1 Diabetes mellitus (DM) ve Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) tanıları ile takip edilen olgumuzda demir, vitamin B ve vitamin D eksiklikleri saptanmıştır. Gastrointestinal sistem yakınmaları olmayan, demir ve vitamin eksiklikleri sebebiyle emilim bozukluğu düşündüğümüz olgumuz, OPS açısından değerlendirilmiştir. Anti-endomisyum antikoru ve doku transglutaminaz IgA’nın yüksekliği tespit ettiğimiz olgumuz endoskopi sonucu ile çölyak hastalığı tanısı almıştır. D vitamin eksikliğine bağlı hiperparotiroidisi olan Kortizol ve ACTH hormon ve tiroid fonksiyon testleri normal olgumuzun AntiTPO, Antitiroglobulin antikor testleri yüksekliği ve tiroid USG de tiroiditle uyumlu olması ile otoimmün tiroidit tanısı konmuştur. OPS Tip 3B grubuna; tip 1 diabetes mellitus, otoimmün tiroidit, çölyak hastalığı ile uymaktadır. Olgumuz OPS tip 3B’ye OKB’nin eşlik ettiği bir örnektir.
Autoimmune diseases are a chronic heterogeneous group of diseases which develop a humoral immune response against different tissues. It is an autoimmune dysfunction of multiple organs. These are more than one organ autoimmune dysfunction. Here we present a patient with the diagnoses of type-1 Diabetes Mellitus (DM) and Obsessive Compulsive Disorder (OCD) together with iron, vitamin B and vitamin D deficiencies. Elevated anti-endomysium antibody and tissue transglutaminase IgA levels were found which led to the diagnosis of celiac disease established via endoscopy. The patient had hyperparathyroidism due to vitamin D deficiency with normal values of cortisol, ACTH and thyroid functions. Increased levels of anti-TPO, antithyroglobulin antibody levels and ultrasound findings compatible with thyroiditis showed that there was also an autoimmune thyroiditis. Autoimmune polyglandular syndrome (APS) is divided into four sub groups. APS Type 3B sub-group is compatible with Type 1 DM, autoimmune thyroiditis and celiac disease. This case is an example of APS type 3B together with OCD.

LookUs & Online Makale