ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TÜRKİYE AİLE HEKİMLİĞİ DERGİSİ - Türk Aile Hek Derg: 22 (4)
Cilt: 22  Sayı: 4 - 2018
DERLEME
1.
Düzeltme: Göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastaların inhaler kullanım becerilerinin araştırılması
Erratum: Inhaler device usage skills in patients at pulmonology clinics
Şeyma Başlılar, Bengü Şeylan, Gülay Oludağ, Nesrin Sarıman
doi: 10.15511/tahd.18.0026  Sayfa 0
Amaç: Obstrüktif akciğer hastalıklarının tedavisinde, bronkodilatör ve anti-inflamatuvar ilaçlar çoğunlukla inhalasyon yolu ile kullanılmaktadır. İnhaler ilaç uygulamasında görülen hatalar, hastaların hedeflenen dozlarda ilaç alamamalarına hatta tedavisiz kalmalarına neden olabilmektedir. Bu çalışmada inhaler cihazların doğru kullanımını etkileyen faktörlerin belirlenmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 01.06.2010-30.12.2010 tarihleri arasında Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran daha önce astım/KOAH tanısıyla inhaler tedavi verilmiş hastaların, retrospektif olarak inhaler ilaç kullanma becerileri değerlendirilerek hatalı kullanıma etki eden faktörler araştırıldı. Çalışmaya inhaler cihaz kullanmakta olan 751 hasta (E/K: 254/497) alındı. Hastaların yaş, cinsiyet, eğitim durumu, yakınma süresi, kullanılan cihaz bilgileri ve inhaler cihazlarını kullanma yöntemleri kayıtlardan elde edildi. Kullanım becerileri, Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği “İnhalasyon Tedavileri” Çalışma Grubunun hazırladığı inhaler ilaç kullanma beceri çizelgesine göre değerlendirildi. Bulgular: Hastaların %74’ü ilaçlarını doğru olarak kullanmaktaydı. Doğru kullanım oranları ölçülü doz inhaler (ÖDİ)’de %66,3 ve kuru toz inhalerde (KTİ) %76-81 arasında değişmekteydi (p:0.030, p<0.05). İleri yaş (60 yaş üzeri), okur-yazar olmama veya ilkokul mezunu olma, yakınma süresinin üç aydan kısa olması ve ÖDİ cihaz seçimi hatalı kullanmada etkili faktörlerdi. Çalışmada cinsiyete göre kullanım durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Cihazı hatalı kullanım durumuna yaş, eğitim durumu, yakınma süresi ve ÖDİ cihazını kullanma parametrelerinin etkilerini Backward Stepwise lojistik regresyon analizi ile değerlendirdiğimizde; ilacı hatalı kullanımda ileri yaşın (60 yaş üzeri), düşük eğitim düzeyi (okur-yazar olmama veya ilkokul mezunu olma), yakınma süresinin 0-3 ay olması ve ÖDİ cihazını kullanma durumlarının sırasıyla 3, 4.6, 17, 5 ve 1.8 kat arttırıcı etkisi olduğu görülmüştür. Sonuç: İnhaler ilaç kullanımı gerektiren durumlarda hastanın kolaylıkla kullanabileceği cihazların hastanın yaş, eğitim düzeyi ve becerisi değerlendirilerek tercih edilmesi ve uygulamalı eğitimin verilerek takip edilmesinin önemli olduğu sonucuna varıldı.
Aim: In the treatment of obstructive lung diseases, large number of drugs (both bronchodilator and antiinflammatory drugs) have been used by inhalation. Due to the errors made during inhaler drug administration patients either don’t take targeted doses, or even any medication. In the present study we aimed to determine factors affecting the correct use of inhaler devices. Materials and Method: Patients who were followed up in Ümraniye Training and Research Hospital Chest Diseases Department between 01.06.2010- 30.12.2010 for asthma and/or chronic obstructive pulmonary disease were retrospectively evaluated. All the patients received inhaler drug treatment previously. The ability to use inhaler drugs and causative factors for improper use were investigated. The study included 751 patients (M/F: 254/497). Patients’ age, gender, education level, duration of symptoms and the devices used were achieved from the records. Using skills were evaluated according to the chart prepared by the Turkish Respiratory Society “Inhalation Therapies” Working Study Group. Results: Seventy-four percent of patients were using their drugs correctly. Correct utilization rate was 66.3% for Metered Dose Inhaler (MDI) and, it was ranged from 76-81% for Dry Powder Inhaler(DPI) (p=0.030, p<0.05). Advanced age (>60 years old), to be literate or graduated from primary school, duration of symptoms (<3 months), and MDI device selection were affecting improper use. There was no statistically significant difference between genders for device use. Effects of age, education, duration of symptoms on the improper use of MDI devices were evaluated by backward stepwise logistic regression analysis. Advanced age (>60 years old), to be literate, being graduated from primary school, duration of symptoms (<3 months) and MDI device use increased the risk by 3, 4.6, 17, 5 and 1.8 times respectively. Conclusion: We concluded that in the presence of conditions necessitating the use of inhalers, the devices easy to use should be preferred regarding the age, education level and the skill of the patient. Practical inhaler device training should be given and assessed during follow-up visits.

KLINIK MAKALE
2.
17. Ulusal Aile Hekimliği Kongresi
17th National Family Medicine Congress
Esra Saatçı
doi: 10.15511/tahd.18.00471  Sayfa 175
Makale Özeti

ORIJINAL ARAŞTIRMA
3.
Kırsalda yaşayan kadınlarda obezite, yaşam kalitesi ve ruhsal durum i·lişkisi
The relationship between obesity, quality of life and psychological state in women living in rural areas
Nilüfer Emre, Mehmet Öner
doi: 10.15511/tahd.18.00472  Sayfalar 176 - 184
Amaç: Obezite, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de prevalansı gittikçe artan pek çok sağlık sorununun yanında, yaşam kalitesini ve ruhsal durumu da etkileyen bir halk sağlığı problemidir. Bu çalışmanın amacı kırsalda yaşayan kadınlarda obe-ziteyi, yaşam kalitesini, anksiyete ve depresyon ilişkisini belirlemektir. Yöntem: Çalışmamız kırsal bölgede yaşayan tek birimli Aile Sağlığı Merkezi’ne kayıtlı 94 kadından oluşan, tanımlayıcı tipte bir çalışmadır. Katılımcılara sosyodemografik özellikleri içeren anket sorularıyla birlikte, yaşam kalitesini değerlendirmek için Kısa Form-12 (SF-12) ve ruhsal durumu değerlendirmek için Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği (HAD) anket formu uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan kadınların yaş ortalamaları 47.17±13.05 idi. Vücut kitle indeksi (VKİ) açısından bakıldığında; kadınların %18,1’i normal kilolu, %38,3’ü fazla kilolu, %38,3’ü obez ve %5,3’ü morbid obez olarak bulunmuştur. HAD ölçeğine göre; %9,6 kişide anksiyete, %25,5 kişide depresyon düzeyi eşik üstü değerde bulundu. Anksiyete düzeyi eşik üstü olanların %88,9’unu, depresyon düzeyi eşik üstü olanların %83,3’ünü fazla kilolu ve obez hastalar oluşturmaktaydı. Hastaların yaşam kalitesi ölçek puanlarına bakıldığında, Mental Bileşen Özet (MCS) ve Fiziksel Bileşen Özet (PCS) değerleri MCS için 41,02 ± 6,65; PCS için 43,1 ± 5,95 olarak bulundu. VKİ ile karşılaştırıldığında MCS skorları ile istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu (p= 0.002). Yapılan korelasyon analizinde HAD anksiyete ve depresyon puanları ile MCS ve PCS skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif yönde ilişki bulundu (p=0.009, r=-0.269; p=0.000 r=-0.426; p=0.000, r=-0.389; p=0.000, r=-0.431). Sonuç: Çalışmamızda, obezite prevalansının yüksek olduğu, eşlik eden anksiyete ve depresyon riskinin normal kilolu bireylere göre daha yüksek eşik üstü değerde olduğu ve yaşam kalitesinin buna paralel negatif yönde etkilendiği izlendi. Sonuç olarak obezitenin ruhsal durumu da içeren çok yönlü bir yaklaşımla ele alınması gerektiği düşünülmektedir.
Objectives: Obesity, is a problem of public health that affects quality of life and psychological state as well as many health problems that are increasing in the prevalence in our country as it is in the whole world. The aim of this study is to determine the relationship between obesity, quality of life and anxiety depression in women living in rural areas. Methods: Our study is a descriptive study consisting of 94 females enrolled in a single unit family health center in rural areas. Along with socio-demographic characteristics questionnaire, quality of life measurement Short Form-12 (SF12) and Hospital Anxiety and Depression Scale (HAD) for psychological state evaluation were provided to participants. Results: The average age of the women who participated in this study was 47,17 ± 13,05. In terms of body mass indeks (BMI), 18,1% of the women were found to be normal weight, 38,3% were overweight, 38,3% were obese and 5,3% were morbidly obese. According to the HAD scale, 9,6% HAD anxiety and 25,5% HAD depression levels above the threshold. 88,9% of those with anxiety levels; 83,3% of depressed patients were overweight and obese. Mental Component Summary (MCS) and Physical Component Summary (PCS) values were 41,02 ± 6,65 for MCS when the patients’ quality of life scale scores were examined; PCS was found to be 43,1 ± 5,95. There was a statistically significant difference with MCS scores when compared to BMI (p = 0.002). There was statistically significant negative correlation between HAD anxiety and depression scores and MCS and PCS scores in the correlation analysis (p = 0.009, r = -0.269, p = 0.000 r = -0.426, p = 0.000, r = -0.389, p = 0.000, r = -0.431). Conclusion: In our study, it was observed that the prevalence of obesity, and the risk of accompanying anxiety and depression was higher than the normal weight group, and the quality of life simultaneously affected this in a negative way. As a result, obesity should be handled with a multi-faceted approach including mental state

4.
Lise öğrencilerinde sosyal medya bağımlılığı ve uyku kalitesi
Social media dependency and sleep quality in high school students
Nurcan Akbaş Güneş, Derya İren Akbıyık, Cenk Aypak, Süleyman Görpelioğlu
doi: 10.15511/tahd.18.00475  Sayfalar 185 - 192
Amaç: Yaptığımız çalışmada Facebook bağımlılığının 16-19 yaş arası lise öğrencilerinde uyku kalitesi üzerine olan etkilerinin gösterilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışmada, Türkiye standardizasyonu yapılmış Pitsburg uyku kalite ölçeği (PUKÖ) ve Facebook bağımlılık ölçeği kullanıldı. İstatistiksel analizde p<0,05 anlamlı kabul edildi. Çalışmaya iki farklı okulda eğitim gören 516 (%67,8) erkek ve 245 (%32,2) kız öğrenci olmak üzere toplam 761 öğrenci dahil edildi. Bulgular: Facebook bağımlılık ölçeği puanlarının PUKÖ puanları ile ilişkisi değerlendirildiğinde istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar elde edildi (p=0,000, p<0,05). Facebook bağımlılık ölçeği skoru arttıkça uyku kalitesinin bozulduğu sonucuna varıldı. Facebook bağımlılık ölçeği puanları ve PUKÖ puanlarının yaş grupları açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı görüldü (p=0,745, p=0,826, p>0,05). PUKÖ puanlarının cinsiyetler arası farklılıklarına bakıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu görüldü (p=0,000, p<0,05). Kız öğrencilerde uyku kalitesinin erkek öğrencilere oranla daha kötü olduğu sonucuna varıldı. İki okul arasında Facebook bağımlılık ölçeği puanlarına bakıldığında istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar elde edildi (p=0,000, p<0,05). Meslek lisesinde okuyan öğrencilerin Facebook bağımlılık ölçeği skorlarının daha yüksek olduğu görüldü. Sonuç: Problemli uyku alışkanlıkları ve uyku sorunlarının yüksek Facebook bağımlılık ölçeği skoru olan ergenlerde daha sık olduğu bulundu. Sağlık çalışanları ve aileler, aşırı ve kontrolsüz sosyal medya kullanımının ergenlerin uyku alışkanlıkları üzerine yaptığı muhtemel olumsuz etkiler konusunda farkında olmalıdırlar.
Objective: We aimed to investigate effects of social media addiction on sleep quality in high school students between 16 and 19 years of age. Methods: In this study, we used the validated Turkish version of Pittsburgh Sleep Quality Index (PSQI) and Facebook Addiction Index. P values less than 0.05 were considered to be statistically significant. Seven hundred sixty-one students from two different schools were attended to the study (516 male (67.8%) and 245 female (32.2%)). Results: There was a significant relation between the scores of Facebook Addiction Index and PSQI (p=0.000, p<0.05). We showed that, as the Facebook Addiction Index score increases, sleep quality decreases. The comparison of Facebook Addiction Index and PSQI scores according to age groups showed no significant difference (p=0,745, p=0,826, p>0,05). PSQI scores were significantly different based on genders (p=0,000, p<0,05). Sleep quality was found worse in female students compared to male ones. Facebook Addiction Index scores were significantly different between two schools (p=0,000, p<0,05). Facebook Addiction Index scores of Techinal High School students were higher. Conclusion: Problematic sleep habits and sleep problems were found more common in adolescents with higher Facebook Addiction Index scores. Health workers and families should be aware of the probable unfavorable effects of excessive and uncontrolled social media usage on sleep habits.

5.
Kırsal bir bölgede aile hekimliği polikliniğine başvuran yetişkinlerin ağız sağlığı konusunda bilgi ve davranışları*
Knowledge and behaviors about oral health of adults admitted to family medicine clinic in a rural area*
Ezgi Ağadayı, Selma Aydın, Sinem Nemmezi Karaca, Hatice Küçükceran, Bahar Teker
doi: 10.15511/tahd.18.00493  Sayfalar 193 - 201
Amaç: Kırsal bir bölgede yetişkinlerin ağız sağlığı konusunda bilgi ve tutumlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. İkincil amacımız ebeveynlerin, bu konuda çocuklarına eğitim verme durumlarının belirlenmesidir. Yöntem: Araştırmamız tanımlayıcı bir çalışmadır. Araştırmamıza Sivas Akıncılar İlçe Devlet Hastanesi, Aile Hekimliği Polikliniği’ ne 01 Ocak-01 Şubat 2018 tarihleri arasında başvuran ve çalışmaya katılmayı kabul eden 235 kişi dahil edilmiştir. Katılımcılara ağız sağlığı hakkında bilgi ve davranışlarını ölçen anket yüz yüze görüşülerek uygulanmıştır. 18 yaş altı hastalar, soruları cevaplayabilecek bilişsel yetenekte olmayanlar ve dişsiz hastalar çalışmaya dahil edilmemiştir. Sayısal değerlerin Shapiro-Wilk testi ile normallik analizi yapılmıştır. Normal dışı dağılan verilerin karşılaştırılmasında Mann-Whitney U testi kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmamıza katılan 235 katılımcının %64,3 (n= 151)’ü kadın, %35,7 (n=84)’si erkektir. Yaş ortancaları 35,0 (min:18-maks:79)’tir. Ankette bilgi ölçen 9 soruya verilen doğru cevap ortancası 5 (min:0-maks:9)’tir. Katılımcıların diş fırçalamaya başlama yaş ortancası 12 (min:3-maks:53) olarak bulunmuştur. Katılımcılarımızın %6,0 (n=14)’sı diş hekimine düzenli giderken, %88,5 (n=208)’i şikayeti oldukça gittiğini belirtmiştir. Katılımcıların 186’sının çocuğu vardı. Ebeveynlerin %60,2 (n=112)’si çocuklarına ağız sağlığı hakkında eğitim vermiştir. Sonuç: Katılımcıların bilgi düzeylerinin düşük olduğu ve ağız sağlığı konusunda eğitim ihtiyaçlarının olduğu tespit edildi. Çocuğu olanların yarısından fazlasının çocuklarına bu konuda eğitim verdiği tespit edildi. Yetişkinlere yönelik verilecek ağız sağlığı eğitimlerinin hem kendi sağlıkları için hem de çocuklarına doğru bilgileri öğretmeleri açısından gerekli olduğunu düşünülmektedir.
Objective: It is aimed to evaluate the knowledge and attitudes of adults about oral health in a rural area. Our secondary aim is to determine parents’ teaching status of their children about oral health. Methods: Our research is a descriptive study. Our study included 235 participants, who applied to Sivas Akıncılar District State Hospital, Family Medicine Outpatient Clinic between January 1-February 1, 2018 and agreed to participate in the study. The questionnaire which measures the information and behaviors of the participants about oral health was applied with the face to face interview method.by. Patients under 18 years of age, those with no cognitive ability to answer the questions, and patients without teeth were excluded from the study. Numerical values’ normality analysis was performed with Shapiro-Wilk test. The Mann-Whitney U test was used to compare the normal distribution data. Results: Among the 235 participants, 64.3% (n=151) were female and 35.7% (n=84) were male. The median age is 35.0 (min:18-max:79). The correct answers’ median, to given 9 question that measure the knowledge in the questionnaire was 5 (min:0-max:9). The median age of the participants began brushing their teeth was found to be 12 (min:3-max:53). While 6.0% (14) of the participants went to the dentist regularly, 88.5% (208)’s went when they have complaint. 186 of the participants had children. 60.2% (n=112) of the parents gave education about oral health to their children. Conclusion: It was determined that the participants’ level of knowledge was low and they had training needs about oral health. It was determined that more than half of those with children had given education to their children. Oral health education for adults is thought to be necessary both for their own health and for giving the right information to their children.

6.
Tokat i·linde aile sağlığı merkezi sağlık çalışanlarının yaşlı ayrımcılığına i·lişkin tutumları
Attitudes of health care workers working at family health centers in tokat towards ageism
Aygül Kıssal, Fatih Okan
doi: 10.15511/tahd.18.00494  Sayfalar 202 - 212
Amaç: Sağlık çalışanlarının yaşlılık ile yaşlanma konusundaki görüşleri ve farkındalıkları yaşlıya karşı olumlu tutum geliştirmesinde önemlidir. Bu çalışma, aile sağlığı merkezi sağlık çalışanlarının yaşlı ayrımcılığına ilişkin tutumlarının belirlenmesi amacı ile yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı kesitsel tipteki çalışmanın evrenini, 05.04.2017-05.06.2017 tarihleri arasında Tokat il merkezinde çalışan toplam 101 sağlık çalışanı, örneklemini çalışmaya katılmaya gönüllü toplam 71 sağlık çalışanı oluşturmuştur. Veriler Kişisel Bilgi Formu ve Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği (YATÖ) ile toplanmıştır. İstatistiksel analizlerde sayı ve yüzde, ortalama ± standart sapma, bağımsız örneklerde t testi, Mann Whitney U testi ve Kruskal Wallis testleri kullanılmıştır. Bulgular: Aile sağlığı merkezi çalışanlarının yaş ortalaması 36,23±10,58’dir. Sağlık çalışanlarının %77,5’i kadın, %69,0’ı bekar, %90,1’inin en uzun yaşadığı yer il, %71,8’i üniversite mezunudur. Çalışanların %43,7’sinin geliri giderine eşit, %87,3’ünün aile yapısının çekirdek, %39,4’ünün görevinin ebe, %76,1’inin beş yıl ve üzeri mesleki deneyime sahiptir. Aile sağlığı merkezi çalışanlarının cinsiyet, ekonomik durum, görev ve mesleki deneyim süresine göre YATÖ toplam ve alt boyut puanları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunmamıştır (p > 0,05). Sağlık çalışanlarının eğitim durumuna göre yaşlı ayrımcılığı alt boyut puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktur (p > 0,05). Ancak toplam YATÖ puanı üniversite mezunlarında lise mezunlarına göre yüksek olup aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p < 0,05). Aile sağlığı merkezi çalışanlarından geçmişte yaşlıya bakma sorumluluğu alanlarının toplam YATÖ puanı bakım sorumluluğu almayanlara göre daha yüksek bulunmuştur (p < 0,05). Çalışmaya katılan çalışanların şu an yaşlıya bakma sorumluluğu alma, sosyal ilişkilerde yaşlılarla sorun yaşama durumu, yaşlıların tedaviye uyumu hakkındaki görüşleri, yaşlı hastalarla ilgili bilgi vermeyi tercih ettiği kişi ve şu an yaşlı sağlığı/bakımı ile ilgili bir eğitim alma isteğine göre toplam YATÖ puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark belirlenmemiştir (p > 0,05). Sonuç: Aile sağlığı çalışanlarının yaşlı ayrımcılığında olumlu tutuma sahip oldukları ancak eğitim azaldıkça olumsuz düşüncelerin arttığı söylenebilir. Sağlık çalışanlarının olumlu tutumlarının pekiştirilmesi, olumsuz tutumların giderilmesine yönelik yaşlılık ve yaşlanma sürecine ilişkin kurs, seminer ve sertifika programları gibi hizmet içi mesleki eğitim programlarının planlanması önerilebilir.
Objective: Opinions and awareness of health care workers about elderliness and the aging process are important for developing a positive attitude towards elderly people. This study was carried out to determine the attitudes of heath care workers working at family health centers towards ageism. Method: Population of the study which was a descriptive and cross-sectional study consisted of 101 healthcare workers in total working at Tokat city center between 05.04.2017 and 05.06.2017, whereas the sample of the study consisted of 71 volunteer health care workers in total. Data were collected via a Personal Information Form and Ageism Attitude Scale (AAS). For statistical analyses, the number and percentage, mean ± standard deviation, unpaired t-test, Mann Whitney U test and Kruskal Wallis tests were used. Results: The average age of the workers of family health centers was 36,23±10,58 years. Of the health care workers 77,5% were female; 69,0% were single; 90,1% had spent the longest time of their lifetime in a city; and 71,8% were postgraduate. Of the healthcare workers 43,7% had equal income and expense; 87,3% had an elementary family; 39,4% were midwife; and 76,1% had an occupational experience of five years and more. There was no statistically significant difference between total and sub-dimension scores of AAS on the basis of age, economic condition, job and the length of occupational experience of the healthcare workers working at family health centers (p>0,05). There was no statistically significant difference between sub-dimension scores of ageism depending on the educational background of the health care workers (p > 0,05). However, ageism scores were higher in the post-graduates than the high-school graduates and the difference there between was statistically significant (p< 0,05). The total ageism score of the ones who took the responsibility for elderly care in the past among the family health care workers was found higher than that of the ones who did not take the same responsibility (p < 0,05). No statistically significant difference was found between the total average ageism scores according to the participant health care workers’ current elderly care responsibility, problems with elders during social relations, opinions about adaptation of the elders to the treatment, choices for the person to whom they prefer to give information about the elderly patients, and desire to have training about elderly health/care. Conclusion: It can be said that the family health center workers had a positive attitude towards ageism, however their negative thoughts were increased as the level of education is decreased. It can be recommended to plan in-service vocational training programs such as courses, seminars and certificate programs related to aging and aging process to strengthen the positive attitudes of health professionals and to eliminate negative attitudes.

7.
Aile hekimliğinde ağız ve diş sağlığı: Asistan hekimlerin bilgi ve tutumları
Oral and dental health in family medicine: Knowledge and attitudes of resident physicians
Duygu Efeoğlu Bayram, Nurcan Akbaş Güneş, Derya İren Akbıyık, Cenk Aypak, Süleyman Görpelioğlu
doi: 10.15511/tahd.18.00492  Sayfalar 213 - 221
Amaç: Ağız ve diş sağlığı (ADS) hastalıkları tüm dünyada özellikle de gelişmekte olan ülkelerde önde gelen halk sağlığı sorunlarıdan biridir. Ağız ve diş sağlığı hastalıkları yaşlılar, gebeler ve çocuklar gibi riskli grupların birinci basamak sağlık sisteminde tanımlanmasıyla büyük oranda önlenebilmektedir. Bu çalışmada Ankara’daki aile hekimliği asistan hekimlerinin ADS hakkındaki bilgi ve tutumları değerlendirilmiştir. Yöntem: Çalışmaya Ankara’da görev yapan 160 aile hekimliği asistanı katılmıştır. Katılımcılara ağız ve diş sağlığı hakkındaki bilgi düzeylerini ölçen 20 sorudan oluşan bir anket yönlendirilmiştir. Bulgular: Hekimlerin ortalama doğru yanıt yüzdesi %61.4 ± 11.9’du. Hekimlerin bilgi düzeyi orta seviyedeydi. Hekimlerin çoğu (%74.4) diş sağlığı hakkında bilgi sahibi olunması gerektiğini düşünürken %88.1’i diş sağlığını bir halk sağlığı sorunu olarak görmekteydi. Sonuç: Hekimlerin ağız ve diş sağlığı hakkındaki bilgi düzeyleri yeterli değildi ancak asistan hekimlerin çoğunun buna tutumu olumlu yöndeydi, sonuçlar sürekli tıp eğitimi programlarının ağız ve diş sağlığı eğitimine yer vermesi gerektiğine işaret etmekteydi. ADS’nin hekimler tarafından yürütülen mevcut önleyici tıp konularına entegrasyonu sağlanmalıdır.
Objectives: Oral and dental diseases are major public health problems all over the world and effect mostly developing countries. Oral and dental (ODD) diseases can be largely prevented by identification of patients under risk like older people, expectant women, and children in primary health care system. This study was conducted to determine the knowledge and attitude of family medicine residents about oral and dental health (ODH) who works in the city center of Ankara. Methods: 160 family medicine residents who work in Ankara were included in our study. A survey which consisted of 20 questions has been applied to the physicians in order to assess their knowledge and attitude about ODD. Results: The physicians’ knowledge score level was moderate. The average percentage of correct answers was 61.4 ± 11.9%. The majortiy of physicians (74.4%) reported it as necessary for a physician to know about ODH and admitted (88.1%) that oral and dental health is a public health issue. Conclusion: Physicians’ lack of knowledge of ODH and their generally positive attitudes toward it revealed a great need for planning of a continuous medical education program in medical training. Oral health promotion should be integrated into the existing preventive programs implemented by medical professionals.

LookUs & Online Makale