ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TÜRKİYE AİLE HEKİMLİĞİ DERGİSİ - Türk Aile Hek Derg: 26 (3)
Cilt: 26  Sayı: 3 - 2022
1.
Kapak
Cover

Sayfa I

2.
Danışma Kurulu
Advisory Board

Sayfalar II - III

3.
İçindekiler
Contents

Sayfa IV

4.
Yayın Kuralları
Instructions for Authors

Sayfalar V - VII

5.
Editörden
Editorial

Sayfa VIII

DERLEME
6.
Bir Gebeliğe Hazırlanmak: Prekonsepsiyonel-interkonsepsiyonel Bakım ve Danışmanlık
Getting Ready for A Pregnancy: Preconception-interconception Care and Counseling
Işık Gönenç, Emine Zeynep Tuzcular Vural
doi: 10.54308/tahd.2022.08379  Sayfalar 77 - 87
Birinci basamak yaklaşımının en önemli bileşenlerinden biri olan bütüncül yaklaşım, prekonsepsiyonel ve interkonsepsiyonel bakım tanımının içinde kendini bulur. Dar planda yalnızca bir kadının gebelik öncesi dönemde sağlık durumunun değerlendirilmesi ve sağlıklı bir gebelik geçirmesi gibi görünse de prekonsepsiyonel-interkonsepsiyonel bakım, kadının, çiftlerin, toplumun ve gelecek nesillerin sağlığını, geleceğini etkileyecek, yaşamın her yönünü kapsayabilecek konuların üzerinden geçilmesi için çok iyi bir fırsattır. Bu fırsatın en iyi değerlendirileceği ortam, başta birinci basamak sağlık hizmetleri olmak üzere, her ne nedenle olursa olsun kişilerin sağlık hizmetlerine başvurduğu bütün ortamlardır.
The holistic approach, one of the most important components of the primary care delivery, falls into the definition of preconception and interconception care. From a narrow point of view, it may seem like it is limited to assessing merely a woman’s health status to plan and provide a healthy pregnancy before conception, however, preconception-interconception care offers a good opportunity to go over the issues regarding every aspect of life that could affect the health and future of women, couples, society, and posterity. The ideal setting to seize this opportunity can be all the settings where people apply for health services for any reason and primary healthcare services in particular.

ORİJİNAL ARAŞTIRMA
7.
Altmış Yaş ve Üzeri Hastaların İlaç Uyuncu Konulu Bir Eğitim Çalışması
An Education Study on the Medication Compliance of 60 Years and Older Individuals
Müge Yüksel Güner, Melike Kara, Nurtaç Kavukcu, Murat Çevik, Yasemin Gören, Dilber Kocaarslan, Tijen Şengezer, Dilek Aslan
doi: 10.54308/tahd.2022.81300  Sayfalar 88 - 94
Amaç: Yaşlılık döneminde hastalık sıklığı ve kullanılan ilaç sayısı artmaktadır. Bu dönemde ilaç uyuncunun istenilen düzeyde olması yaşlı bireylerin sağlık ve iyilik hâllerine katkı sağlamaktadır. Bununla birlikte, yaşlıların ilaç uyuncunun istenildiği düzeyde olmadığı bilinmektedir. Bu araştırmada, sağlık kurumuna başvuran 60 yaş ve üzeri hastalara yönelik verilen bir eğitim sonrası ilaç uyuncunun belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Araştırma, Mart-Temmuz 2019 döneminde iki kamu hastanesinde yapılmıştır. Araştırmaya 60 yaş ve üzeri 315 kişi katılmıştır. Katılımcıların 161’i rutin hizmetlerin sürdüğü (ilaç uyuncunu artırmaya yönelik eğitim verilmeyen) Grup 1’de ve 154’ü ilaç uyuncunu artırmaya yönelik eğtim verilen Grup 2’de yer almıştır. Araştırma kapsamında eğitim “öğrenileni geri anlatma tekniği” ile yapılmıştır. Veri girişi ve analizi için SPSS 23.0 istatistiksel paket programı kullanılmıştır. Analizlerde p değerinin 0.05’in altında olması istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
Bulgular: Eğitim alan katılımcılar arasında ilaçların uzun süreli yararını öğrenme, yan etkilerini bilme, saklama koşullarını öğrenme, ilaçların ne zaman alınmayacağını bilme, kullanılan ilaçlarla ilgili bilgileri tekrarlama kapasitelerinde istatistiksel olarak anlamlı iyileşme kaydedilmiştir (p<0.05).
Sonuç: Bu araştırma, sağlık kurumlarında “öğrenileni geri anlatma tekniği” gibi uygun bir eğitim yöntemi kullanılarak yaşlı bireylerin ilaç uyuncunun geliştirilebileceğini ortaya koymuştur. Sağlık çalışanının bu konuya ayıracakları yeterli süre yaşlıların bu konudaki gereksinimlerine yanıt verebilir. Bu gibi tekniklerin rutin sağlık hizmet modellerine entegre edilmesi önerilmektedir.
Background: In old age, taking medications in the desired dosage contributes to health and well-being and is therefore an essential component of the effectiveness of treatments and ultimately the desired impact on public health and reduction of health care budgets. However, it is known that medication compliance among older persons is frequently not at the desired level. Therefore, this study aimed to determine the medication compliance after patient education was applied among 60 years of age and over individuals in two healthcare facilities in Ankara, Turkey.
Methods: This study was conducted in two public hospitals between March and July 2019. 315 people aged 60 and over participated in the study. One hundred and sixty-one participants who received regular health services (without medication compliance education) were in Group 1, and 154 participants who received medication compliance education were in Group 2. The education tool was the “teach-back” method. SPSS 23.0 program was used for data entry and analysis. P values less than 0.05 were indicated for statistical significance.
Results: Participants who received education showed a statistically significant improvement in their capacity to understand the long-term benefits of drugs, their side effects, and storage conditions, as well as their knowledge of when the drugs should not be taken and their ability to repeat information about the drugs used (p<0,05).
Conclusion: This study has revealed that medication compliance among older individuals can be increased with appropriate communication and training method like the “teach-back” method in healthcare settings. Time allocated by health workers in this regard has the potential to respond to compliance-related needs. It is recommended that such techniques be integrated into routine health service models.

8.
Birinci Basamak Sağlık Hizmet Sunumunda Algılanan Sosyal Destek ile Psikiyatrik Belirtiler Arasındaki İlişkinin Araştırılması
Investigation of The Relationship Between Perceived Social Support and Psychiatric Symptoms In Primary Health Care Delivery
Ferit Şahin, Murat Çakmak
doi: 10.54308/tahd.2022.83803  Sayfalar 95 - 101
Amaç: Son yıllarda psikiyatrik belirtilerle ilişkili önemli bir faktör olarak “algılanan sosyal desteğin” önemi üzerinde durulmaktadır. Ülkemizde bu konuyu birinci basamakta araştıran bir çalışma yoktur. Bu çalışmanın temel amacı, bir aile sağlığı merkezine başvuran bireylerde algılanan sosyal destekle psikiyatrik belirtiler arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır.
Yöntem: Bu çalışma, 20 Mayıs 2021-16 Temmuz 2021 tarihleri arasında yürütülmüştür. Çalışmanın örneklemini bir aile sağlığı merkezine herhangi bir nedenle başvuran, ölçeklerle ilgili yönergeleri okuyup anlayabilecek bilişsel yeterliliğe sahip ve çalışmaya katılmaya gönüllü olan 18-65 yaş arası erişkin bireyler oluşturmuştur. Toplamda 210 hasta çalışmayı tamamlamıştır. Katılımcılardan sosyodemografik veri formu, belirti tarama listesi 90-R ve çok boyutlu algılanan sosyal destek ölçeğinde yer alan soruları yanıtlamaları istenmiştir. Tek değişkenli analizler için bağımsız örneklem t testi ve Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Algılanan sosyal destek ve psikiyatrik belirtiler arasındaki özgün ilişkiyi incelemek için çoklu regresyon analizi kullanılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan 210 katılımcının %52,4’ü (n=110) kadın, %47,6’sı (n=100) erkektir. Lise ve altı eğitim düzeyine sahip hastaların oranı %59 (n=124), üniversite ve üzeri eğitim düzeyine sahip hastaların oranı ise %41’dir (n=86). Evli olanların oranı %55,2 (n=116), bekâr olanların oranı ise %44,8 (n=94)’dir. Pearson korelasyon analizi, algılanan sosyal destek puanları ile genel psikopatoloji puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı ve zıt yönlü bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur (r=-0.314, p<0.001). Çoklu regresyon analizi sonuçlarına göre de algılanan sosyal destekle psikiyatrik belirtiler arasında zıt yönlü ve anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (β=-0.223, p<0.001).
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarına göre, algılanan sosyal destek düzeyi düşük olan bireylerde psikiyatrik belirtiler daha fazla görülmektedir. Bu nedenle algılanan sosyal desteğin, hastaların ruh sağlığını korumayı ve iyileştirmeyi amaçlayan sağlık çalışanları için önemli bir terapötik hedef olduğu akılda tutulmalı ve hastaların sosyal destek algılarını iyileştirmeye yönelik stratejiler belirlenmeli ve klinik uygulamada kullanılmalıdır.
Objective: In recent years, the importance of “perceived social support” has been emphasized as an important factor associated with psychiatric symptoms. However, no study has yet examined this issue in primary care in Turkey. The main purpose of this study is to investigate the relationship between perceived social support and psychiatric symptoms in individuals applying to a family health center.
Methods: This study was conducted between 20 May 2021 and 16 July 2021. The study sample consisted of individuals aged 18-65 years who had registered witha family health center, were cognitively able to read and understand the instructions related on the scales, and volunteered to participate in the study. A total of 210 patients completed the study. Participants were asked to answer questions on the sociodemographic data form, the Symptom Checklist 90-R, and the Multidimensional Perceived Social Support Scale. Independent sample t-test and Pearson correlation analysis were used for univariate analyses. Multiple regression analysis was used to examine the unique association between perceived social support and psychiatric symptoms.
Results: Of the 210 participants who participated in the study, 52.4% (n=110) were female, and 47.6% (n=100) were male. The rate of patients with high school or lower education levels was 59% (n=124), while the rate of patients with university or higher education levels was 41% (n=86). The rate of married people was 55.2% (n=116), while the rate of those who are single was 44.8% (n=94). Pearson correlation analysis yielded a statistically significant inverse relationship between perceived social support scores and general psychopathology scores (r=-0.314, p<0.001). According to the results of multiple regression analysis, it was determined that there was a significant inverse relationship between perceived social support and psychiatric symptoms (β=-0.223, p<0.001).
Conclusion: According to the results of this study, psychiatric symptoms are less common in individuals with high perceived social support levels. As a result, healthcare professionals aiming to protect and improve patients’ mental health should keep in mind that perceived social support is an important therapeutic target, and strategies to improve patients’ perceptions of social support should be determined and used in clinical practice.

9.
Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Sağlık İnanış Ölçeğinin Türkçe Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması
Turkish Validity and Reliability Study of the Traditional and Complementary Medicine Health Belief Questionnaire
Süleyman Görpelioğlu, Fadime Uslu, Canan Emiroğlu, Cenk Aypak
doi: 10.54308/tahd.2022.83007  Sayfalar 102 - 107
Amaç: Bu çalışmanın amacı, tıp öğrencilerinin geleneksel ve tamamlayıcı tıp konusundaki tutum/inançlarını ölçmek için Lie ve Boker tarafından geliştirilmiş olan “Complementary and Alternative Medicine Health Belief Questionnaire”in Türkçeye çevrilmesi, geçerlik ve güvenirlik çalışmasının yapılmasıdır.
Yöntem: Bu çalışma, Ankara’daki tıp fakültelerinde, 5. ve 6. dönemde eğitim-öğretim gören 155 öğrenci ile yapılmıştır. Çalışmada, doğrulayıcı faktör analizi kullanılmıştır. Ölçeğin geçerliği “geçerlik katsayısı”, güvenirliği ise “Cronbach alfa güvenirlik katsayısı” ile değerlendirilmiştir. Karşılaştırmalar, Tamamlayıcı, Alternatif ve Geleneksel Tıp Tutum Ölçeği ile yapılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya 74’ü erkek (%47,7), 81’i kadın (%52,3), toplam 155 öğrenci dâhil edildi. Çalışmaya alınan öğrencilerinden 108’i 5. (%69,7), 47’si (%30,3) 6. dönem öğrencisi idi. Çalışmamızda, “Complementary and Alternative Medicine Health Belief Questionnaire- Türkçe Formu” ölçeğinin toplam güvenirlik alfa katsayısı 0,833 olarak bulunmuştur. Ölçeğin geçerliğini ölçmek için ilk olarak “Complementary and Alternative Medicine Health Belief Questionnaire-Türkçe Formu” ölçeğinin her başlığının ayrı ayrı Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Tutum Ölçeği toplam skoruyla aralarındaki korelasyon hesaplandı. İkinci olarak, toplam “Complementary and Alternative Medicine Health Belief Questionnaire-Türkçe Formu” ölçeği skoruyla toplam Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Tutum Ölçeği skorunun korelasyonu hesaplandı. İki ölçek arasında 0.05 anlamlılık düzeyinde anlamlı korelasyon bulundu.
Sonuç: Çalışmamızın sonuçlarına göre, “Complementary and Alternative Medicine Health Belief Questionnaire-Türkçe Formu” ölçeği 5. ve 6. sınıf tıp fakültesi öğrencilerinin geleneksel ve tamamlayıcı tıp konusundaki tutum/inançlarını ölçmek için kullanılabilecek uygun ve yeterli bir ölçektir. Bu nedenle tıp eğitimi ve sağlık politikalarının toplumun değerlerine ve gereksinimlerine göre şekillendirilmesinde, bir veri toplama aracı olarak kullanılabilir.
Objective: This study aims to translate the “Complementary and Alternative Medicine Health Belief Questionnaire” which was developed by Lie and Boker into Turkish, and to conduct a validity and reliability study.
Methods: This study was conducted with 155 students studying in the 5th and 6th terms of the faculties of medicine in Ankara. Confirmatory factor analysis was performed in the study. The validity of the scale was measured with by the “validity coefficient” and its reliability by the “Cronbach alpha reliability coefficient”. Comparisons were made with the Complementary, Alternative and Traditional Medicine Attitude Scale.
Results: A total of 155 students, 74 male (47.7%) and 81 female (52.3%), were included in the study. Among them, 108 (69.7%) were 5th term, and 47 (30.3%) were 6th term students. In our study, the total reliability alpha coefficient of the “Complementary and Alternative Medicine Health Belief Questionnaire- Turkish Form” was found to be 0.833. To measure the validity of the questionnaire, firstly, the correlation between each item of the “Complementary and Alternative Medicine Health Belief Questionnaire-Turkish Form” separately and the total score of the Traditional and Complementary Medicine Attitude Scale was calculated. Secondly, the correlation between the total score of the “Complementary and Alternative Medicine Health Belief Questionnaire- Turkish Form” scale and the total score of the Traditional and Complementary Medicine Attitude Scale was calculated. A significant correlation was found between the two scales at a significance level of 0.05.
Conclusion: According to the results of the study, “Complementary and Alternative Medicine Health Belief Questionnaire- Turkish Form” is an appropriate and sufficient scale to be used to measure the attitudes/beliefs of fifth and sixth-grade students in the medical schools about traditional and complementary medicine. For this reason, it can be used as a data collection tool in shaping medical education and health policies.

10.
Anaokulu Çocuklarının Teknolojik Alet Kullanımı, Ebeveynlerinin Tutum ve Davranışları
Use of Technological Devices and Their Parents’ Attitude and Behavior Among Kindergarten Children
Hüsniye Yıldız, Serdar Öztora, Hamdi Nezih Dagdeviren
doi: 10.54308/tahd.2022.32448  Sayfalar 108 - 115
Amaç: Bu çalışmada, Edirne il merkezindeki anaokullarına kayıtlı çocukların teknolojik alet kullanımları ve ebeveynlerinin bu konudaki tutum/davranışlarının değerlendirilmesi ve ebeveynlerin çocuğun teknolojik aletleri kullanımları üzerindeki etkilerine dikkat çekilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya, Edirne İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı, Edirne il merkezinde bulunan tüm resmi ve özel anaokullarıyla ilkokullar bünyesindeki anasınıfları olmak üzere 30 okulun tamamı dâhil edildi. Evreni 1.892 çocuğun ebeveyni oluşturmakla birlikte tamamına ulaşılması hedeflendi. Elli dokuz sorudan oluşan anket formu tüm ebeveynlere ulaştırıldı. Ebeveynlerin 942’si anketi doldurdu (%49,7).
Bulgular: Çalışmamızda, 3-6 yaş arasındaki çocukların %96,1’inin televizyon izlediği (n=905), %40,4’ünün bilgisayar (n=381), %54,7’sinin tablet (n=515) ve %84,5’inin akıllı telefon (n=787) kullandığı saptandı. Çocukların %5,7’sinin bilgisayar (n=54), %7,5’inin tablet (n=71), %12,2’sinin akıllı telefon (n=115) kullanmaya, %47,6’sının (n=449) televizyon izlemeye 2 yaşından önce başladığı saptandı. Çocukların %42,1’inin günlük toplam ekran zamanının bir saatten fazla olduğu saptandı.
Evde televizyonun açık kalma süresi (p<0,001) ve ebeveynin televizyon izleme süresi (p=0,010) arttıkça çocuğun günlük ekran zamanının arttığı saptandı. Akıllı telefon kullanmayan çocukların ebeveynlerinin akıllı telefonu daha kısa süre kullandığı belirlendi (p=0,021). Ebeveynin akıllı telefon kullanma süresi arttıkça çocuğun ekran zamanın arttığı saptandı (p<0,001).
Sonuç: Çalışmamızda, 3-6 yaş arasındaki çocukların büyük bir kısmının günde bir saatten fazla vaktini ekran karşısında geçirdiği saptanmıştır. Çocukların 2 yaşından önce ekran kullanımlarında cihazlara göre farklılık görülmekle birlikte, çocukların büyük kısmının özellikle televizyon izlemeye 2 yaşından önce başladığı saptanmıştır. Ebeveynlerin teknolojik aletlerle ilgili davranışlarının çocuğun ekran zamanı ve teknolojik aletleri kullanmaya başlama yaşı üzerinde etkili olduğu saptanmıştır. Ebeveynlerin çocukların ekran kullanımı ile ilgili bilinçlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Objective: This study aimed to evaluate the use of technological devices and the attitudes and behaviors of the children registered in kindergartens in Edirne Provincial Center and to draw attention to the effects of parents on the use of technological devices on their children.
Methods: The study included all 30 schools, including official and private kindergartens in the city center of Edirne, and kindergartens within primary schools, affiliated to the Edirne Provincial Directorate of National Education. The population of the study consists of the parents of 1892 children educated in these schools. An effort was made to reach the entire population. The questionnaire, consisting of 59 questions, was sent to all parents. 942 parents completed the questionnaire (49.7%).
Results: In our study, 96.1% of children aged 3-6 were watching television (n=905), 40.4% were using computers (n=381), 54.7% were using tablets (n=515) and 84.5% were using smartphones (n=787). 5.7% of children had started using computer (n=54), 7.5% tablet (n=71), 12.2% smartphone (n=115), and 47.6% (n=449) watching television before the age of 2. It was found that 42.1% of the children had more than one hour of screen time per day.
It was found that the child’s daily screen time increased as the TV stayed on at home (p<0.001) and the parent’s television viewing time (p=0.010) increased. Parents of children who did not use smartphones were found to use the smartphone for a shorter period of time (p=0.021). It was found that the child’s screen time increased as the parent’s smartphone usage time increased (p<0.001).
Conclusion: Our study found that a large proportion of children between the ages of 3-6 spend more than one hour a day in front of the screen. When looking at children’s exposure to screens before the age of 2, researchers found that, although the age at which children began watching television varied depending on the type of screen used, a significant number of children began doing so before the age of 2. It has been determined that parents’ behaviors related to technological devices significantly affect the screen time of the child and the age of starting to use technological devices. It was concluded that parents should be made aware of their children’s screen use.

11.
Aile Hekimlerinin Görüşme ve İlişkisel Empati Becerisinin Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerinden Memnuniyet Düzeyine Etkisi
The Effect of Family Physicians’ Consultation and Relational Empathy Skills on the Level of Satisfaction with Primary Health Care
Furkan Şakiroğlu, Yasemin Çayır
doi: 10.54308/tahd.2022.50570  Sayfalar 116 - 123
Amaç: Bu çalışmada, aile hekimlerinin görüşme ve ilişkisel empati becerisinin birinci basamak sağlık hizmetlerinden memnuniyet düzeyine olan etkisinin araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışma, Atatürk Üniversitesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı’na bağlı Eğitim Aile Sağlığı merkezlerine kayıtlı hastalarla yapılan kesitsel özellikte bir araştırmadır. Katılımcıların yaş, cinsiyet, meslek, eğitim düzeyi, medeni durum, başvuru nedeni, başvuru sıklığı, aile hekimine kayıtlı olunan süre, bekleme süresi gibi verileri kaydedildi. Daha sonra Consultation and Relational Empathy (CARE) ölçeği ile hastaların hekimlerinden algıladığı empati düzeyi ölçüldü. Hastaların birinci basamak sağlık hizmetlerinden memnuniyet düzeyleri ise yedi alt boyuttan oluşan (ulaşılabilirlik, süreklilik, kapsayıcılık, eşgüdüm, hizmet memnuniyeti, hekimin kişisel yaklaşımı ve güven) Primary Care Assessment Survey (PCAS) ile ölçüldü. Verilerin analizleri SPSS 22 programı kullanılarak yapıldı. Student-t testi, ANOVA testi, Post Hoc karşılaştırmalarda Tukey’s B testi, Pearson korelasyon testi, ki-kare testi kullanıldı. Anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak kabul edildi.
Bulgular: Çalışmaya 341 gönüllü katıldı. Yaş ortalamaları 35,2±14,3 yıldı. Katılımcıların %67,2’si (n=229) kadındı. CARE puan ortalaması 38,0±8,9 idi. CARE puanı ile PCAS alt boyut puanlarının tamamı arasında pozitif korelasyon tespit edildi (p<0,05). Hekim ile görüşmeden önceki bekleme süresi arttıkça CARE ve PCAS alt boyutlarının tamamında puan ortalamalarının anlamlı bir şekilde düştüğü görüldü (p<0,05). Ayda bir aile hekimine başvuran katılımcıların yılda bir başvuran katılımcılara göre PCAS skorlarının istatistiksel olarak anlamlı seviyede daha yüksek olduğu saptandı (p<0,05).
Sonuç: Bu çalışmada, hastalar tarafından algılanan aile hekimlerinin görüşme ve ilişkisel empati becerisi ile hastaların birinci basamak sağlık hizmetlerinden memnuniyet düzeyleri arasında korelasyon olduğu görüldü. Hastaların bekleme süresi arttıkça memnuniyet düzeyi ve algılanan empati düzeyi azalmaktaydı. Ayda bir aile sağlığı merkezine başvuranların yılda bir başvuranlara göre daha memnun olduğu görüldü. Buna göre, hekimlerin empati düzeyini artıracak eğitimlerden geçmesi, randevulu hasta kabulü yapılarak bekleme sürelerinin kısaltılması ve sürekliliğin sağlanması birinci basamak sağlık hizmetlerinden duyulan memnuniyeti artıracaktır.
Aim: It was aimed to investigate the effect of family physicians’ consultation and relational empathy skills on the level of satisfaction with primary health care services.
Methods: This study is a cross-sectional study conducted with patients enrolled in Education Family Health Centers affiliated with Atatürk University Department of Family Medicine. Data were collected on age, gender, profession, education level, marital status, application reason, application frequency, registered time, and waiting time. Consultation and Relational Empathy (CARE) scale was used to measure the empathy that patients perceive from their physicians. Primary Care Assessment Survey (PCAS) with seven sub-dimensions (accessibility, continuity, inclusiveness, coordination, service satisfaction, physician’s personal approach, and trust) was used to measure satisfaction with primary health care services. Data analyzes were performed by SPSS 22 program. Student-t test, ANOVA test, Tukey’s B test, Pearson correlation test, and chi-square test were used in Post Hoc comparisons. The significance level was accepted as p<0,05.
Results: 341 volunteers participated in the study. Their mean age was 35,2±14,3 years. 67,2% of the participants (n=229) were women. The mean CARE score was 38,0±8,9. A positive correlation was found between the CARE score and all the PCAS sub-dimension scores (p<0.05). As the waiting time before consultation with the physician increased, it was observed that the mean scores in all CARE and PCAS sub-dimensions decreased significantly (p<0.05). It was found that the PCAS scores of the participants who applied to the family physician once a month were statistically significantly higher than the participants who applied once a year (p<0.05).
Conclusion: It was observed that there was a correlation between the consultation and relational empathy skills of family physicians perceived by the patients and the level of satisfaction of the patients with primary health care services. As the patients’ waiting time increased, the satisfaction and perceived empathy decreased. Participants who visit the family health center once a month are more satisfied than those who visit once a year. Accordingly, physicians’ training to increase their empathy level, shortening the waiting times by making appointments of patients and ensuring continuity will increase satisfaction in primary health care services.

12.
Hastanede Yatan COVID-19 Tanılı Hastalarda Yoğun Bakım Gereksinimini Etkileyen Faktörler
Factors Associated with Admission to the Intensive Care Unit in Hospitalized Patients with a Diagnosis of COVID-19
Filiz Baran Akpınar, Merve Tuncer, Elifnur Yazıcı, Akın Dayan
doi: 10.54308/tahd.2022.29484  Sayfalar 124 - 130
Amaç: Sağlık hizmetleri gereksiniminin arttığı pandemi döneminde risk altındaki grupların belirlenmesi mortalite ve morbiditenin önlenmesinde, ihtiyaç olacak hasta ve yoğun bakım yatağı, ekipman ve personel organizasyonunda önemlidir. Çalışmamızda, hastanede yatan yoğun bakım gereksinimi olan ve olmayan COVID-19 tanılı hastalar arasında kronik hastalıklar, demografik veriler ve laboratuvar tetkikleri yönünden farkın değerlendirilmesini ve yoğun bakım gereksinimini etkileyen faktörleri araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Çalışma retrospektif kesitsel bir araştırma olup, çalışmaya 01.11.2020-31.12.2020 tarihleri arasında eğitim ve araştırma hastanesi pandemi servisinde yatan COVID-19 tanılı 256 hasta dâhil edilmiştir. Hastalar yoğun bakım gereksinimi olan ve olmayan olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Yoğun bakım gereksinimi ile demografik veriler, kronik hastalıklar ve laboratuvar verileri arasındaki ilişki ve gruplar arası farklar incelenmiştir. İstatistiksel analizler ve hesaplamalar için IBM SPSS Statistics21.0 (IBM Corp. Released 2012. IBM SPSS Statistics for Windows, Version21.0. Armonk, NY: IBM Corp.) kullanılmıştır. p<0,05 istatistiksel anlamlılık düzeyi olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların yaş ortalaması 63.36±14.18 (22-94) yıl olup, %60,5’i erkektir. Yoğun bakım gereksinimi olanlarda erkek cinsiyet, yaş ortalaması, kan üre azotu (BUN), kreatinin, Aspartat aminotransferaz (AST), C-Reaktif Protein, uluslararası düzeltme oranı (INR), Laktat dehidrojenaz (LDH), ferritin, D-dimer değerleri yoğun bakıma gitmeyenler göre istatistiksel olarak anlamlı daha yüksek, lenfosit sayısı daha düşük saptanmıştır. Astım-KOAH, yaş, cinsiyet, LDH yoğun bakım gereksinimini pozitif yönde, lenfosit ve hastanede kalış süresi ise negatif yönde yordamaktadır.
Sonuç: Çalışmamızda, ileri yaş, erkek cinsiyet, Astım-KOAH varlığı, trombosit sayısı ve laktat dehidrojenaz artışı, lenfosit sayısının azalması yoğun bakım gereksinimi açısından risk faktörü olarak saptanmış olup, yatan riskli hastaların genel durumu ve laboratuvar verilerinin daha yakın takibi ile yoğun bakım gereksinimi azalabilir.
Aim: Identifying at-risk groups during the pandemic period, when the need for health services increases, is important for preventing mortality and morbidity and for organizing the patients and intensive care beds, equipment, and personnel that will be needed at that time. In our study, we aimed to evaluate the difference in chronic diseases, demographic data, and laboratory tests between patients with a diagnosis of COVID-19 who need and do not need intensive care in the hospital, and to investigate the factors affecting the need for intensive care.
Methods: The study is a retrospective cross-sectional study and included 256 patients with a diagnosis of COVID-19. They were hospitalized in the pandemic service of the training and research hospital between 01.11.2020 and 31.12.2020. The patients were divided into two groups: those who needed intensive care and those who did not. The relationship between the need for intensive care and demographic data, chronic diseases and laboratory data, and the differences between the groups were examined. IBM SPSS Statistics 21.0 (IBM Corp. Released 2012. IBM SPSS Statistics for Windows, Version 21.0. Armonk, NY: IBM Corp.) was used for statistical analyzes and calculations. p<0.05 was accepted as the statistical significance level.
Results: The mean age of the patients participating in the study was 63.36±14.18 (22-94) years, and %60,5 were male. In those who need intensive care, male gender, mean age, blood urea nitrogen (BUN), creatinine, Aspartate aminotransferase (AST), C-Reactive Protein, International Normalized Ratio (INR), Lactate dehydrogenase (LDH), ferritin, D-dimer values are intense. Statistically significantly higher, lymphocyte count was found to be lower than those who did not go to care. Asthma-COPD, age, gender, and LDH positively predicted the need for intensive care, whereas lymphocytes and length of hospital stay negatively predicted.
Conclusion: In our study, advanced age, male gender, the presence of asthma and COPD, increased platelet counts, and decreased lymphocyte counts were determined as risk factors for the need for intensive care, and with the general condition of risky patients and closer monitoring of laboratory data, intensive care may be reduced.

LookUs & Online Makale