ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TURKISH JOURNAL OF FAMILY PRACTICE - Türk Aile Hek Derg: 19 (4)
Volume: 19  Issue: 4 - 2015
HABER
1.
VdGM Prekonferansı 2015 İstanbul’a genç Türkiye ekibi ev sahipliği yaptı

Page 0
Abstract

EDITÖRE MEKTUP
2.Evolution of family medicine specialty in legislations
Can Ömer
doi: 10.15511/tahd.15.02165  Pages 165 - 169
Ülkemizde yürütülen sağlık politikalarının bir yansıması da hekimlerin uzmanlık eğitimi ile ilgili düzenlemelerdir. Koruyucu hekimlik uygulamaları ve birinci basamak sağlık hizmetlerinin ana sağlık politikası olduğu dönemlerde “genel tıp” eğitimleri verilmiştir. Hastane odaklı hizmetlerin arttığı dönemlerde ise tıpta uzmanlaşmanın arttığı görülebilir. Aile hekimliği uzmanlık eğitimi, ilk defa “genel sağlık uzmanlığı” adı altında 1947 yılında verilmeye başlamış ve 1962-1983 yılları arasındaki 20 yıllık süre dışında uzmanlık eğitimi mevzuatında hep yer almıştır.
A reflection of the health policy carried out in our country is the regulations on the field of medical specialization. The “general medicine” education has been given in the times when the main health policy was preventive measures and primary health care. In the periods of increase in hospital based care specialization in medicine has also increased. Family medicine education began in 1947 with the name of “general health specialization”. Except 20 years between 1962-1983 it was always sited in medical educational regulations.

ORIJINAL ARAŞTIRMA
3.The relevance between knowing the salt ingredient of nutrients and consuming them: Is it better with hypertensive patients?
Olgu Aygün, Serkan Yavuz, Kemal Aygün, Ediz Yıldırım
doi: 10.15511/tahd.15.02170  Pages 170 - 178
Amaç: Sodyum kısıtlaması hipertansiyonlu hasta yönetiminde önemli bir yer tutmakla birlikte bu hastaların tuz kısıtlamasına uyumları konusunda yapılan çalışmalar sınırlıdır. Bu çalışmada kişilerin, besinlerin tuz içeriklerine ilişkin bilgileri ile o besinleri tüketmeleri arasındaki uyum ve hipertansif bireylerin uyumlarının farklı olup olmadığı araştırılmıştır. Yöntem: Olgu kontrol olarak planlanan çalışmamıza 223 kişi katılmıştır. Olgu grubu Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji polikliniğine başvuran hipertansiyonlu hastalar, kontrol grubu ise aynı tarihlerde Kardiyoloji polikliniğine başka nedenlerle başvuran ve tuz kısıtlaması önerilmeyen hastalar ve yakınları arasından seçilmiştir. Araştırmacılar tarafından hazırlanan 30 soruluk bir anket ile katılımcıların belli besinler için tuz içeriklerini bilme ve kullanma düzeyleri araştırılmıştır. Tuz içeriği az olarak bilinen besinlerin ortaçok kullanılması, tuz içeriği orta-çok olarak bilinen besinlerin ise az kullanılması uyumluluk, tuz içeriği orta-çok olanların orta-çok, az olanların az kullanılması ise uyumsuzluk olarak nitelendirilmiştir. Uyumluluk durumunda 1 puan uyumsuzluk durumunda ise 0 puan verilerek genel uyum puanı hesaplanmıştır. Veriler SPSS for Windows 15 veri tabanına girilerek, istatistiksel analizlerde ki kare ve t testi kullanılmıştır. P<0,05 anlamlı olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Katılımcıların ortalama yaşı 44,5±12,3 olup, 83’ü (%37,2) kadın, 152’si (%68,2) evli ve 110’u (%49,3) üniversite mezunu idi. Olguların 212’sinin (%95,1) sağlık güvencesi mevcuttu. Tüm katılımcıların tuz içeriği bilgisine uygun kullandıkları ilk üç besin meyveler (%69,5), midye (62,8) ve hazır çorba (%61,0) iken; bilgi ve tüketim uyumsuzluğunda ilk üç sırada peynir (%71), ekmek (%69,5), irmik ve tereyağı (%62,8) bulunmaktaydı. Katılımcıların tüm besin maddelerinin tuz oranları hakkındaki bilgileri ile bunları kullanmaları arasındaki uyuma göre hesaplanan genel uyum puanları dikkate alındığında; kadınların besinlerin tuz içeriklerini bilmeleri ve bu besinleri tüketmeleri arasındaki uyumları (15,0±4,3) erkeklere (13,4±4,2) göre daha fazlaydı (t=2,636; p=0,009). Olgu ve kontrol grupları karşılaştırıldığında ise olgu grubunun (14,6±4,6) kontrol grubuna (13,4 ±3,9) göre daha uyumlu olduğu gözlendi (t=2,109; p=0,036). Sonuç: Çalışmamızda bireylerin genel olarak besinlerin tuz değeri hakkındaki bilgileri ile bu besinleri tüketme konusundaki davranışları arasındaki uyum düşük olmakla birlikte hipertansiyonu olan bireylerin uyumunun hipertansiyonu olmayanlara göre daha yüksek olduğu gözlenmiştir.
Objective: Sodium restriction takes an important place in the management of patients with hypertension, but number of studies on patient compliance to sodium restriction is limited. In this study, we aimed to determine individuals’ knowledge level on sodium content of nutrients and if individuals’ compliance to sodium restriction is different from patients with hypertension. Methods: Our study was planned as a case-control study and 223 participants were included. The case group consisted of patients with hypertension who admitted to the Cardiology Clinic of Dokuz Eylul University. The control group consisted of patients and patients’ relatives who admitted to the same clinic for other reasons and who were not recommended sodium restriction. Total compliance score was calculated by summation of compliance and noncompliance points: Compliance was scored as ‘1 point’ and noncompliance was scored as ‘0’. All data were analysed using SPSS ver.15 for Windows. Chi-square test and t-test were used for statistical analysis. Statistically significance was referred as ‘p<0.05’. Results: Participants’ mean age was 44,5 ± 12,3. 83 of them (37,2%) were women and 110 of them (49,3%) were university graduates. 212 of all participants (95,1%) had social security. First three nutrients which participants consumed properly according to the knowledge on salt content were fruits (69,5%), mussel (62,8%) and instant soup (61,0%). First three nutrients which participants consumed improperly according to the knowledge on salt content were cheese (71%), bread (69,5%), semolina and butter (62,8%). When participants’ compliance points based on their knowledge level on salt content of nutrients and their consumption levels of these certain nutrients were considered; compliance of women (15,0 ± 4,3) was better than men (13,4 ± 4,2) (t=2,636; p=0,009). When the case group and the control group were compared; the case group (14,6 ± 4,6) was more compliant than the control group (13,4 ± 3,9) (t=2,109; p=0,036).. Conclusion: In our study, we found that the participants’ knowledge level on salt content of nutrients and their level of compliance to consumption of these nutrients were low. But compliance scores of patients with hypertension were better than the individuals without hypertension.

4.Is there a relation between statin use and glycemic control in type 2 diabetic patients?
Altuğ Kut, Yusuf Boşkuş, Özgür Çaycı, Ali Ümit Geçkil
doi: 10.15511/tahd.15.02179  Pages 179 - 186
Amaç: Statinler onlarca yıldır dislipidemi tedavisinde kullanılan ajanlar olup kardiyovasküler mortalite üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Her ne kadar statinler diyabet başlangıcında %9’luk bir artışla ilişkilendiriliyor olsalar da, glikoz regülasyonunu nasıl etkiledikleri konusu açık değildir. Bu çalışmanın amacı, Tip2 Diyabeti olan bir hasta popülasyonunda statinlerin glisemik kontrolü nasıl etkilediklerini incelemektir. Yöntem: Bu amaçla bir üniversite hastanesinin endokrinoloji polikliniğine 2008-2013 yılları arasında başvuran hastaların kayıtları retrospektif olarak taranmış ve dahil etme kriterleri ışığında bir örneklem belirlenmiştir. Statin kullanan grup 119 hastadan oluşurken, statin kullanmayan grup 28 hastadan oluşmuştur. Bulgular: Örneklemin ortalama yaşı 66,8 ± 11,6 (31-93) yıl ve erkek-kadın oranı 0,67:1 olarak bulundu. Ortalama diyabet süresi 10,5±8,9 (1-49) yıldı. Statin kullanan ve kullanmayan gruplar arası karşılaştırmalar yapılırken her iki grup yaş, DM süresi, DM için kullanılan ilaç, anti hipertansif tedavi değişkenleri yönünden istatistiksel olarak eşitlendi. Statin kullanan ve kullanmayan gruplardaki ortalama HbA1c değerleri sırasıyla 7,0±0,1 SEM ve 6,4 ±0,2 SEM olarak bulundu (p=0,02). Çalışma grubunun ortalama izlem süresi 44,3±35,4 (6-139) aydı. Sonuç: Sonuç olarak statinlerin diyabet başlangıcını arttırmalarının yanısıra diyabetik hastaların izlemi sırasında glikoz regülasyonu üzerinde de anlamlı bir olumsuz etkileri olduğu görülmüştür.
Objective: Statins are used for decades to treat dyslipidemia, and improve cardiovascular mortality. Although statins are associated with an increase of 9% in diabetes onset; it is not clear how they affect glucose regulation. Therefore we aimed to investigate the effect of statins on glycemic control in a sample of Type 2 Diabetes patients. Methods: Patient records of the endocrinology outpatient clinics of a university hospital in Turkey between 2008-2013 were retrospectively investigated according to the inclusion criteria to identify the study sample. The statin treated group enrolled 119 patients, while the non-statin group consisted of 28 patients. Results: Mean age of the study population was 66.8 ± 11.6 (31- 93) years with a male-to-female ratio of 0.67:1. Mean diabetes duration was 10.5 ± 8.9 (1-49) years. Statistical comparisons were made by adjusting groups according to age, diabetes duration, anti-diabetic and anti-hypertensive medication. Mean HbA1c percentages in the statin and non-statin group were 7.0 ± 0.1 SEM and 6.4 ± 0.2 SEM respectively (p=0.02). Mean follow-up duration of the study population was 44.3 ± 35.4 (6- 139) months. Conclusion: Besides increasing diabetes onset, statins also have a significantly negative effect on glucose control during follow up of diabetic patients.

5.How and how long do family physicians follow up pregnant women?
Mehmet Ali Kurnaz, Hüseyin Can, Handan Atsız Sezik, Yakup Tolga Çakır, Mine Tuna, Zeyney Ay
doi: 10.15511/tahd.15.02187  Pages 187 - 195
Amaç: Ülkemizde doğum öncesi bakım (DÖB) hizmeti birinci basamakta aile hekimleri (AH) ve aile sağlığı elemanları (ASE) tarafından verilmektedir. Gebelik ve doğuma bağlı ölümlerin önlenmesindeki en önemli araçlardan biri DÖB’dür. Çalışmanın amacı, hastanemizde doğum yapan kadınların aile hekimi tarafından izlenme durumlarını ve bu durumları etkileyen etmenleri incelemektir. Yöntem: Araştırmaya 01.06.2013 - 01.09.2013 tarihleri arasında İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde doğum yapmış 182 kadın dahil edildi. Veri toplama formu katılımcıların sosyodemografik, biyodemografik özellikleri ve doğum öncesi bakımda yapılması gereken muayene, ölçüm, bilgilendirme ve danışmanlık hizmetlerini içeren 59 sorudan oluşmaktaydı. İstatistiksel değerlendirmede tanımlayıcı analizlerde yüzde (sayı), ortalama ± standart sapma (minimum – maksimum değer) ve ortanca; gruplar arası karşılaştırmalarda ki-kare testi kullanıldı. İstatistiksel önemlilik için p<0,05 değerleri anlamlı kabul edildi. Bulgular: Katılımcıların (n:182) yaş ortalaması 28,5±5,9 (17-43) yıl olup, ortalama gebelik sayısı 2,5±1,3 (1-7) idi. Çalışmaya dahil edilen kadınların 140 tanesi iki ve daha fazla (multipar) doğum yapmış olup, bu kişilerin %95,0’ı (n=133) daha önceki gebeliklerinde doğum öncesi bakım aldıklarını belirtti. Katılımcıların aile hekimine başvuruları değerlendirildiğinde; aile tipi, meslek ve aylık gelir ile ilk kontrol yeri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı. Eğitim düzeyi ile ilk kontrol yeri arasında ilişki saptanmadı (sırası ile p değerleri: 0,028; 0,003; 0,001; 0,193). Sonuç: İncelemiş olduğumuz annelere aile hekimleri tarafından doğum öncesi bakım sırasında gerekli test ve ölçümlerin yeterli düzeyde yapıldığı saptandı. Ancak gebeliğe ait genel bilgilendirmenin yeterince yapılmadığı saptandı. Gebelikte ve sonrasında meydana gelebilecek komplikasyonların erken tespiti ve tedavisi, ölü doğumların ve bebek ölümlerinin önlenebilmesi için DÖB hizmetlerinin yeterli ve nitelikli verilmesi amacıyla AH ve ASE’lere gerekli hizmet içi eğitimlerin verilmesi ve konu ile ilgili farkındalığın arttırılması gerekmektedir.
Objective: In our country prenatal care services (PCS) are given by family physicians (FP) and family health assistants (FHA) in primary care. PCS are one of the most important ways to prevent deaths due to pregnancy and birth. The aim of this study is to investigate pre-partum follow up status and effecting factors of women in primary care services who had given birth in our hospital. Methods: 182 women who had given birth in Obstetrics and Gynecology Clinic of Izmir Katip Celebi University Ataturk Education and Research Hospital between the dates of 01.06.2013 - 01.09.2013 are included in the study. The data collection forms were consisted of 59 questions concerning socio-demographic, bio-demographic features of the participants and comprehension of antenatal care including examination, measurments, informing and consulting services. Besides descriptive statistics including percentage (number), average ± standard deviation (min. - max. values), median; chi square test for comparisons between the groups were used. P value <0, 05 was taken as significant. Results: The mean age of participants (n=182) was 28.5±5.9 (17-43 years). The average pregnancy number of the participants was detected to be 2.5±1.3 (1-7). The 95.0% (n=133) of the participants stated that they received antenatal care in their former pregnancies.When the application of the participants to the family physicians was evaluated, a significant relation between the family type, profession, monthly income and first place of health control was obtained. There was no relation between the education levels and the first applied health care organization. (p values in orderly: 0.028; 0.003; 0.001; 0.193). Conclusion: It was detected that necessary tests and measurements were made sufficiently to the mothers participated in our study during prenatal care by family physicians. However, it was also found that informing about complaints concerning pregnancy and general information about pregnancy was insufficient. PCS have great importance on proving early detection and treatment of complications that may occur during and after pregnancy and prevention of stillbirth and infant mortality. In order to provide adequate and qualified PCSs providing necessary in-service education to FPs and FHAs, and raising awareness on the subject is required.

KLINIK MAKALE
6.Abstracts presented at the Sixth Family Medicine Resarch Days in 6-9 November 2014, Ankara, Turkey

doi: 10.15511/tahd.15.02196  Pages 196 - 208
Abstract |Full Text PDF

OLGU SUNUMU
7.Four-month-old baby boy with scrotal capillary hemangioma
Selcen Yaroğlu Kazancı, Neslihan Özkul Sağlam
doi: 10.15511/tahd.15.02209  Pages 209 - 212
Vücudun tüm bölgelerinde görülebilen hemanjiyomlar çocukluk çağında %10 oranıyla sık görülen benign tümörlerdir. Nadiren skrotumda da gözlenebilmektedirler. Tutulduğu bölgeye, yayılımına ve oluşturduğu semptomlara göre tedavi değişmektedir. Skrotal hemanjiyomlar çoğunlukla asemptomatik olup bir yaşından sonra gerilemektedirler. Bez bölgesinde olduğundan dolayı ülserasyon, enfeksiyon ve kanamaya sebep olabilmektedirler. Lokal çinko oksitli kremler ve sık bez değişimi ile ülser gelişimi engellenebilir. Gelişen semptomlara göre medikal veya cerrahi tedaviye ihtiyaç olabileceğinden erken tanı ve yayılım bölgesine göre tedavi gerekmektedir. Skrotumda kitle ve kızarıklık şikayetiyle getirilen 4 aylık erkek hastamıza skrotal hemanjiyom tanısıyla yapılan ultrasonda intraskrotal alana yayılım olmadığı gözlendi. Anneye lokal bakım uygulaması, sık bez değiştirmesi, çinko oksitli kremler kullanması ve kanama ya da akıntı olduğu durumda hekime başvurması gerektiği anlatıldı. Birinci basamaktaki takibinin iyi yapılmasından dolayı bir yaşındaki izleminde herhangi bir komplikasyon gelişmediği, lezyon boyutunda da bir değişiklik olmadığı görüldü
Hemangiomas those can be detected in all regions of the body are frequent benign tumors seen in 10% of the children. They may be present in the scrotum rarely. The treatment depends on the location, invasion and symptoms. Scrotal hemangiomas are generally asymptomatic and regress after 1 year of age. Due to locating in the diaper region, ulceration, infection and hemorrhage may complicate. Using local zincoxide emolients and frequent changing diapers may prevent ulceration. According to the occurred symptoms medical or surgical treatment may be required so early diagnosis and treatment depending to the invasion is crucial. A male patient was applied to the hospital due to scrotal mass and hyperemia and was diagnosed with scrotal hemangioma without intrascrotal invasion by ultrasound. Local management with zinc-oxide emolients, frequent changing diaper and applying to the hospital in the presence of bleeding or infection were advised. There were no complications and change in the size of the lesion in the 12th months of follow-up due to appropriate management in the primary care health center.

LookUs & Online Makale