1. | Cover Page I |
2. | Advisory Board Pages I - II |
3. | Contents Page III |
4. | Instructions for Authors Pages IV - V |
5. | Editorial Pages VI - VII |
ORIGINAL RESEARCH | |
6. | The Correlation Between Symptoms In The Menopausal Period And Life Quality Güner Kurt, Güzin Zeren Öztürk, Gürsoy Burak Kurt doi: 10.54308/tahd.2023.84856 Pages 77 - 87 Amaç: Bu çalışmanın amacı, menopozal dönemdeki kadınların hangi semptomları yaşadıklarını menopoz semptomları değerlendirme ile ölçeği belirlemek ve bunun yaşam kalitesine olan etkisini menopoza özgü yaşam kalitesi ölçeği ile belirlemektir. Yöntem: Kesitsel tanımlayıcı nitelikteki araştırma, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Polikliniği’ne başvuran menopozal dönemdeki kadınlarla yürütüldü. Araştırmaya 314 kadın katılımcı katıldı ve bu katılımcılara yüz yüze anket yapıldı. Bulgular: Çalışma sonuçlarına göre medeni durum, evlenme yaşı, yaşadığı aile tipi, kronik hastalık varlığı, kontrol amaçlı kadın doğum uzmanına gitme durumu, menopozu algılama şekli, evliliğini nasıl değerlendirdiği, menopoz yakınmaları nedeniyle doktora gitme durumu, menopozla ilgili bilgilerini nerden edindiği, menopoz için tedavi alma durumu, menopozdan sonra eşiyle ilişkisinin etkilenmesi, menopozun kendini etkilemesi ve menopozdan sonra vücudunda ağrı hissetme istatistiksel açıdan anlamlı faktörler olarak saptandı. Sonuç: Çalışma sonuçlarımıza göre, menopozal süreçte gözlenen semptomlar kadınların yaşam kalitesini etkilemektedir. Hekimler menopozal dönemdeki semptomlar üzerinde etkili olduğu bilinen faktörleri değerlendirmeli ve kişiye özgü tedavi programları üretmelidir. Objective: The aim of this study is to determine the symptoms experienced by women in the menopausal period with the menopausal symptoms assessment scale and to determine its effect on the quality of life with the menopause-specific quality of life scale. Methods: This cross-sectional descriptive study was conducted with menopausal women who applied to the Health Sciences University Şişli Hamidiye Etfal Training and Research Hospital Family Medicine Outpatient Clinic. 314 female participants participated in the study and a face-to-face survey was conducted with these participants. Results: Type of family, presence of chronic diseases, the status of going to a gynecologist for control purposes, the way of perceiving menopause, how she evaluated her marriage, going to the doctor for menopausal complaints, where they got their relevant information, the state of getting treatment for menopause, their relationship with their partner after menopause, the menopause itself affecting and feeling pain in the body after menopause effect of all these parameters Conclusion: According to our study results, the symptoms observed during the menopausal period affect the quality of life of women. Physicians should evaluate the factors known to be effective on symptoms in the menopausal period and produce personalized treatment programs. |
7. | Evaluation of Knowledge, Attitudes and Behaviors of Medical Faculty Students about HPV and HPV Vaccine Rahime Yılmaz Özdemir, Kamile Marakoğlu, Muslu Kazım Körez doi: 10.54308/tahd.2023.96630 Pages 88 - 94 Amaç: Bu çalışmada, tıp fakültesi öğrencilerinin HPV ve HPV aşısı hakkındaki bilgi düzeylerinin, tutumlarının ve davranışlarının değerlendirmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışmaya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 2021–2022 yıllarında eğitim görmekte olan 1.238 öğrenci dâhil edildi. Yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanan ankette, Sosyodemografik Bilgi Formu, Human Papilloma Virüsü (HPV) Bilgi Ölçeği ve Bilgi Düzeyleri ve Tutumların Değerlendirilmesi için anket uygulandı. Bulgular: Çalışmaya katılan 1238 öğrencinin %53,2’si kadın (n=659), %46,8’i erkekti (n=579). Çalışmamıza dönem 1, 2, 3, 4, 5 ve 6’ların katılım sıklıkları sırasıyla %93,0, %87,4, %85,2, %85,1, %90,4 ve %86,2 olup, toplam katılım sıklığı %87,8’dir. Öğrencilerin %81’i HPV’yi, %60,7’si HPV testini, %68.2’si HPV aşısını daha önceden duyduklarını belirtirken, kadınlarda bu sıklık daha yüksekti (p<0,05). HPV Bilgi Ölçeği ve alt ölçek puanları 1. ve 2. sınıflarda diğer sınıflara göre anlamlı düzeyde düşük olarak bulundu (p<0,001). Eğitim görülen sınıf düzeyi arttıkça ortalama bilgi puanında artış görülmekteydi. Sonuç: Geleceğin doktorları olan tıp fakültesi öğrencilerinin HPV enfeksiyonu ve aşısı hakkındaki bilgi düzeylerinin klinik yıllarında olan öğrencilerde klinik öncesi dönem öğrencilerine göre daha yüksek olduğu görüldü. Objective: In this study, it was aimed to evaluate the level of knowledge, attitudes and behaviors of medical school students about HPV and HPV vaccine. Methods: This study comprised of 1238 Selçuk University Faculty of Medicine students who were enrolled in 2021–2022. Sociodemographic Information Form, Human Papilloma Virus (HPV) Knowledge Scale and Questionnaire for Evaluation of Knowledge Levels and Attitudes were applied by face-to-face interview method Results: This study was prepared with 1238 students, 53.2% of whom were women (n=659) and 46.8% were men (n=579). The participation rates of the 1, 2, 3, 4, 5 and 6th year students in our study were 93,0%, 87,4%, 85,2%, 85,1%, 90,4% and 86,2%, respectively, and the total participation rates were 87,8%. While 81% of the students stated that they had heard of HPV before, 60.7% of them about the HPV test and 68.2% of them about the HPV vaccine, this frequency was higher in women (p<0.05). HPV Knowledge Scale and subscale scores were found to be significantly lower in the 1st and 2nd grades compared to other grades (p<0.001). As the level of education increased, the average knowledge score increased. Conclusion: It was observed that the level of knowledge about HPV infection and vaccine of medical school students, who are doctors of the future, was higher in students who were in their clinical years compared to preclinical students. |
8. | The Frequency of Eating Disorders in Individuals Applying to Family Medicine and its Relationship with Health Perception Nur Demirbaş, Derya Işıklar Özberk, Ayşe Özlem Kılıçaslan doi: 10.54308/tahd.2023.72602 Pages 95 - 101 Amaç: Çalışmada, aile hekimliğine başvuran bireylerde hızlı ve güvenilir bir ölçek ile yeme bozukluklarını tanımlamak ve bireylerin sağlık algısı ile ilişkilerini değerlendirmek amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte bir araştırma olan bu çalışmaya il merkezinde seçilen aile sağlığı merkezlerine herhangi bir nedenle 01.12.2022-31.01.2023 tarihleri arasında başvuran bireyler dâhil edilmiştir. Onamları alınan hastalara “Kişisel Bilgi Formu”, “SCOFF Yeme Bozukluğu Ölçeği” ve “Sağlık Algısı Ölçeği” uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan 406 hastanın %66,7’si (n=271) kadın ve yaş ortalaması 40,00±13,28 (min=18, maks=63) yıldı. Katılımcıların %41,9’unda (n=170) depresyon şüphesi ve %13,1’inde (n=53) yeme bozukluğu riski vardı. Kadınların %14,8’inde (n=40), erkeklerin %9,6’sında (n=13) yeme bozukluğu riski bulundu. İdeal kilosunda olmadığını düşünenlerde yeme bozukluğu riski daha fazlaydı (p<0,001). Yeme bozukluğu riskini etkileyen faktörler, sağlık algısı, yaş, çalışma durumu, depresif belirtiler ve ideal kilo isteği olarak bulundu. Özellikle bireyin çalışmıyor olması yeme bozukluğu riskini 13 kat ve depresif belirtilerinin olması 3 kat arttırmaktadır. Sonuç: Yeme bozukluklarının sıklıklarını ve bunlarla ilişkili sorunları azaltmak için doğru yaklaşım kadar erken teşhis de çok önemlidir. Yeme bozuklukları her yaşta, her iki cinsiyette, her kiloda ve özellikle depresif belirtileri olanlarda mutlaka sorgulanmalıdır. Hastalarına sürekli, kapsamlı hizmet sunan ve bütüncül yaklaşan aile hekimlerinin bu konuda farkındalığı yüksek olmalıdır. Objective: The aim of the study was to identify eating disorders in individuals who applied to Family Medicine with a fast and reliable scale and to evaluate the relationship of eating disorders with the health perception of individuals. Methods: Individuals who applied to family health centers selected in the city center between 01.12.2022 and 31.01.2023 for any reason were included in this descriptive and cross-sectional study. “Personal Information Form”, “SCOFF Eating Disorder Scale” and “Health Perception Scale” were applied to the patients whose consent was obtained. Results: Of the 406 patients included in the study, 66.7% (n=271) were female and the mean age was 40.00±13.28 (min=18, max=63) years. 41.9% of the participants (n=170) had suspected depression and 13.1% (n=53) had an eating disorder risk. Eating disorder risk was found in 14.8% of women (n=40) and 9.6% of men (n=13). Eating disorder risk was higher in those who thought they were not at their ideal weight (p<0.001). The factors affecting the risk of eating disorders were found to be health perception, age, employment status, depressive symptoms and ideal weight desire. In particular, being unemployed increased the risk of eating disorders by 13 times and having depressive symptoms increased the risk of eating disorders by 3 times. Conclusion: To reduce the frequency of eating disorders and the problems associated with them, early diagnosis is just as important as the right approach. Eating disorders should be questioned at any age, in both sexes, at any weight, and especially in those with depressive symptoms. Family physicians, who provide continuous, comprehensive service to their patients and approach them holistically, should be aware of this issue. |
9. | Evaluation of Urinary Tract Infection Agents and Antibiotic Susceptibility in Patients Receiving Home Care Nur Şimşek Yurt, Esra Böcek Aker, Erdinç Yavuz doi: 10.54308/tahd.2023.24582 Pages 102 - 108 Amaç: Çalışmamızda evde sağlık hizmeti alan hastaların idrar kültürü sonuçlarının değerlendirilmesi ve izole edilen etkenlerin antibiyotik duyarlılıklarının incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırmamız 01.02.2022 ile 01.02.2023 tarihleri arasında Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Evde Sağlık Hizmetlerine kayıtlı, üriner enfeksiyon bulguları gelişen hastalardan alınan idrar kültür sonuçlarının retrospektif olarak değerlendirilmesi ile gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte evde sağlık hizmetlerine kayıtlı olarak hizmet alan, 18 yaş ve üzeri, üriner kateteri mevcut olan ve olmayan, demografik ve klinik verileri eksiksiz olan tüm hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcıların demografik ve klinik verilerine ait değişkenleri ile etkenlere yönelik tanımlayıcı veriler frekans (n ve %) tabloları, sürekli değişkenler ise ortalama±standart sapma şeklinde verilmiştir. Veri analizi için SPSS 26.0 paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya toplam 162 kişi dahil edildi. %61,7’si (n=100) kadındı. Yaş ortalaması 75,49±15,95 yıl idi. Hastaların bir yıl içerisinde üriner enfeksiyon geçirme sıklığı incelendiğinde median değer 2 olarak saptandı (minimum: 1-maksimum: 10). Toplamda 224 idrar kültür sonucu değerlendirildi. Üriner etkenlerin görülme oranları değerlendirildiğinde en sık Escherichia coli (%32,6) olmak üzere, Klebsiella pneumonia (%23,2), Pseudomonas aeruginosa (%16,1), Candida albicans (%7,6), Proteus mirabilis (%5,8), Enterobacter cloacae (%4,5) olarak saptandı. İdrar kültürlerinden izole edilen etkenlerin antibiyotiklere duyarlılıkları Escherichia coli suşunda nitrofurantoine %84,9, Klebsiella pneumonia suşunda gentamisine %63,5 oranında saptandı. İzolataların antibiyotiklere genel duyarlılık oranları incelendiğinde gentamisin %66,5, ertapenem-imipenem-meropenem %54,5, piperasilin-tazobaktam %48,7, nitrofurantoin %46,0 olarak belirlendi. Sonuç: Evde sağlık hizmeti alan hastalarda en sık üriner enfeksiyon etkeni Escherichia coli’dir. Daha sonrasında Klebsiella pneumonia, Pseudomonas aeruginosa gelmektedir. İdrar kültürlerinden elde edilen etkenlerin antibiyotiklere duyarlılıkları düşük saptanmıştır. Hastanemizde evde sağlık hizmetlerine kayıtlı hastalarda verilebilecek ampirik tedavi açısından nitrofurantoin kullanımını önermekteyiz. Objective: In our study, it was aimed to evaluate the urine culture results of patients receiving home care services and to examine the antibiotic susceptibility of isolated agents. Methods: Our research was carried out in Samsun Training and Research Hospital Home Care Services between 01.02.2022 and 01.02.2023 by retrospectively evaluating the urine culture results obtained from patients with urinary infection symptoms. In this process, all patients who were registered to home care services, aged 18 and over, with or without a urinary catheter, and with complete demographic and clinical data were included in the study. Variables of the demographic and clinical data of the participants and descriptive data for the factors were given as frequency (n and %) tables, and continuous variables were given as mean±standard deviation. SPSS 26.0 package program was used for data analysis. Results: A total of 162 people were included in the study. 61.7% (n=100) of them were female. The mean age was 75.49±15.95 years. The median value was found to be 2 (minimum: 1-maximum: 10) when the frequency of urinary infections in the patients within a year was examined. A total of 224 urine culture results were evaluated. When the incidence of urinary agents is evaluated, Escherichia coli (32.6%) being the most common, Klebsiella pneumonia (23.2%), Pseudomonas aeruginosa (16.1%), Candida albicans (7.6%), Proteus mirabilis (5%, 8), Enterobacter cloacae (4.5%). The antibiotic susceptibility of the agents isolated from urine cultures was 84.9% to nitrofurantoin in Escherichia coli strains and 63.5% to gentamicin in Klebsiella pneumonia strains. When the general susceptibility rates of the isolates to antibiotics were examined, it was determined that gentamicin was 66.5%, ertapenem-imipenem-meropenem 54.5%, piperacillin-tazobactam 48.7%, and nitrofurantoin 46.0%. Conclusion: Escherichia coli is the most common urinary tract infection agent in home care patients. Next comes Klebsiella pneumonia and Pseudomonas aeruginosa. The susceptibility of agents obtained from urine cultures to antibiotics was found to be low. We recommend the use of nitrofurantoin in terms of empirical treatment that can be given to patients enrolled in home care services in our hospital. |
10. | The Experience of Establishing a Family Health Center without Population and Service Building: A Qualitative Study Bahadır Yazıcıoğlu, Tümay Kırışoğlu, Hatice Öz, Muhammet Ali Oruç doi: 10.54308/tahd.2023.40326 Pages 109 - 117 Amaç: Temel sağlık hizmetlerinin sunulduğu sağlık kuruluşlarının yerleşim yerlerinin seçiminde erişilebilirlik konusu daha çok önem arz etmektedir. Bu çalışmada, sıfır nüfuslu ve halihazırda hizmet binası olmayan aile sağlığı merkezlerinin kurulum sürecinde aile hekimlerinin yaşadıkları ve tecrübeleri hakkında bilgi edinebilmek amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma fenomenolojik yaklaşımla kurgulanmış nitel (kalitatif) bir araştırmadır. Samsun ilinde 6 aylık sürede sıfır nüfus ile ve hazırda binası olmayan 5 aile sağlığı merkezinde toplam 16 aile hekimliği birimine yerleşen 12 aile hekimi ile yüz yüze görüşme yöntemi ile veriler toplanmıştır. Bulgular: Görüşülen kişiler sanal aile sağlığı merkezi kurmak için verilen yaklaşık 1 aylık sürenin çok kısa olduğunu düşünmektedir. Aile hekimleri hizmet verilmesi istenen bölgede bulunan her binanın aile sağlığı merkezi olmaya uygun olmadığını belirtmişlerdir. Maddi harcamaların aile hekimlerini en çok zorlayan konuların başında geldiği görülmüştür. Görüşülen kişiler motive edici en önemli faktör olarak yeni bir başlangıç yapmanın verdiği heyecanı belirtmişlerdir. Yeni bir fiziki bina, yeni bir çalışma ortamı ve yeni insanlar tanımak motive edici diğer faktörler olarak belirtilmiştir. Sonuç: Birinci basamak hizmetlere erişimi kolaylaştırması açısından Sanal Aile Sağlığı Merkezi (ASM) kurulumları önemlidir. Aile sağlığı merkezi kurulum sürecinde hem bina yapımı masrafı hem de hizmet için gerekli olan sarf malzemelerin tamamının aile hekimince sağlanması gerekliliği aile hekimlerini maddi açıdan zorlamaktadır. Objective: The issue of accessibility is more important in the selection of the location of health institutions where primary health care services are provided. In this study, it was aimed to obtain information about the experiences and experiences of family physicians during the establishment process of family health centers with zero population and no service building. Methods: The study is a qualitative research designed with a phenomenological approach. Data were collected through face-to-face interviews with 12 family physicians who settled in a total of 16 family medicine units in 5 family health centers with zero population and without a building within a 6-month period in Samsun province. Results: Family physicians thought that the 1-month period given to establish a family health center was too short. Family physicians stated that not every building in the desired region was suitable for a family health center. Financial expenditures were found to be one of the most challenging issues for family physicians. The interviewees mentioned the excitement of making a new start as the most important motivating factor. Other motivating factors included a new physical building, a new working environment, and getting to know new people. Conclusion: In terms of facilitating access to primary care services, it is important to establish FHCs without a population and service building. In the process of establishing a family health center, both the cost of building construction and the necessity of providing all the consumables required for the service by the family physician cause financial difficulties for family physicians. |
11. | The Effect of Cognitive Flexibility on Marital Adjustment Gamze İmamoğlu, Ayşe Pınar Balakbabalar, Onur Öztürk doi: 10.54308/tahd.2023.43043 Pages 118 - 124 Amaç: Bu çalışmada, aile sağlığını yakından ilgilendiren evlilik uyumuna etki eden başta bilişsel esneklik becerisi olmak üzere farklı faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel dizayna sahip olan bu çalışma 01 Nisan 2022 – 01 Haziran 2022 tarihleri arasında, bir hastanede çalışmakta olan evli personellerin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Veriler Yenilenmiş Çift Uyum Ölçeği (YÇUÖ) ve Bilişsel Esneklik Envanteri (BEE) kullanılarak yüz yüze görüşme tekniğiyle, araştırmacılar tarafından doldurulmuştur. Bulgular: Toplam 332 kişinin yaş ortalaması 40,9±8,2‘dir, 194’ü (%58,4) kadındır. Katılımcıların YÇUÖ puanlarının ortalaması 53,5±9,1’dir, BEE puanı ortalaması ise 76,1±10,9’dur. Yaş, cinsiyet, evlilik süresi, çocuk sayısı ile YÇUÖ ve BEE arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır. Evlilik sayısı ile YÇUÖ arasında anlamlı ilişkiye ulaşılmazken, BEE’den alınan puanla negatif yönlü ilişki saptanmıştır (p=0,005, r=-0,128). Eğitim düzeyi ile YÇUÖ arasında anlamlı ilişki olmamasına rağmen, BEE’den alınan puanla pozitif yönlü ilişki saptanmıştır (p=0,001, r=0,116). Meslek gruplarına bakıldığında YÇUÖ puanı ile anlamlı ilişki saptanmazken, BEE’den alınan en düşük puanın işçi-şoför-güvenlik meslek gruplarında olduğu saptanmıştır. YÇUÖ ve BEE puanı arasında pozitif yönde korelasyon saptanmıştır (p=0,001, r=0,236). Sonuç: Bilişsel esnekliğin evlilik uyumunu pozitif yönde etkilediği saptanmıştır. Bireylerin birbirlerinin hislerini ve fikirlerini algılayabilmelerine ve sağlıklı iletişim kurabilmelerine katkıda bulunabilecek sosyal politikalara gereksinim olduğu açıktır. Objective: In this study, it was aimed to evaluate different factors, especially cognitive flexibility skills, which affect marital adjustment, which is closely related to family health. Methods: This study, which has a cross-sectional design, was carried out between 01 April 2022 and 01 June 2022 with the participation of married personnel working in a hospital. The data were filled in by the researchers by face-to-face interview technique, using the Revised Dyadic Adjustment Scale (RDAS) and Cognitive Flexibility Inventory (CFI). Results: The mean age of 332 people was 40.9±8.2, 194 (58.4%) of them were women. The average of the participants’ RDAS scores was 53.5±9.1, and the average of the CFI score was 76.1±10.9. No significant relationship was found between age, gender, duration of marriage, number of children, and RDAS and CFI. While no significant relationship was found between the number of marriages and the RDAS, a negative correlation was found with the score obtained from the CFI (p=0.005, r=-0.128). Although there was no significant relationship between education level and RDAS, a positive correlation was found with the score obtained from CFI (p=0.001, r=0.116). When the occupational groups were examined, no significant relationship was found with the RDAS score, but the lowest score obtained from the CFI was found in the worker-driver-safety occupational groups. A positive correlation was found between the RDAS and CFI scores (p=0.001, r=0.236). Conclusion: It has been found that cognitive flexibility has a positive effect on marital adjustment. It is clear that there is a need for social policies that can contribute to individuals’ perception of each other’s feelings and ideas and to establish healthy communication. |
NEWS | |
12. | Our Experiences in Belgium Exchange Programme, European Young Family Doctors Movement (EYFDM) Preconference and WONCA Europe 2023 Conference Gülşah Onur, Mehmet Ali Aslan doi: 10.54308/tahd.2023.48039 Pages 125 - 127 Abstract |Full Text PDF |
13. | 2023 European Young Family Doctors’ Movement (EYFDM) Doboj-Bosnia and Herzegovina Exchange Program Observations Şeyma Handan Akyön doi: 10.54308/tahd.2023.78941 Pages 128 - 130 Abstract |Full Text PDF |