ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TURKISH JOURNAL OF FAMILY PRACTICE - Türk Aile Hek Derg: 22 (2)
Volume: 22  Issue: 2 - 2018
KLINIK MAKALE
1.Towards the 17th National Family Medicine Congress
Esra Saatçı
doi: 10.15511/tahd.18.00249  Page 49
Abstract

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.Falling risk assesment in home care patients
Mahcube Çubukçu
doi: 10.15511/tahd.18.00250  Pages 50 - 57
Amaç: Bu çalışmada evde bakıma kayıtlı hastaların düşme ile ilişkili risk faktörlerini belirlemek, düşme sıklığını saptamak ve bu sonuçlar doğrultusunda toplum düzeyinde düşmenin önlenmesi stratejilerinin etkinliğini artırmak amaçlanmıştır. Yöntem: Bu tanımlayıcı çalışma 01.01.2015-28.02.2015 tarihleri arasında yapıldı. 184 hasta Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Evde Bakım Birimince evlerinde ziyaret edildi. Aydınlatılmış onamı alınan hasta veya hasta yakınlarına sosyodemografik bilgilerini içeren anket formu ve İtaki Düşme Riski Ölçeği yüz yüze uygulandı. Veriler SPSS 20.00 programı ile değerlendirildi. Verilerin değerlendirilmesinde Pearson ki kare ve Mann-Whitney U testi uygulandı. p<0,05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: 184 hastanın yaş ortalaması 72,6±7,2 idi. % 55,5’i kadındı. Hastalarımızın % 49,7’si yatağa yarı bağımlı ya da bağımsızdı. Düşme riski değerlendirdiğimiz hastalarda en sık gördüğümüz tanı Alzheimer (% 30,3,n=56) idi. Düşme riski, 65 yaş üstünde olanlarda, kronik hastalık ve ilaç kullanım öyküsü olanlarda daha yüksek bulunmuştur (p<0,05) Evde bakım alanların % 55,5’i yüksek düşme riskli bulunmuştur. Evde bakım hizmeti alan 184 hastanın İtaki Düşme Riski Ölçeğine göre ortalama puanı 5,02±1,40, kadınlarda 5,10±1,40, erkeklerde 5,04±1,32 bulunmuştur. Sonuç: Evde bakım alanlarda düşme riski yüksektir. En sık görülen minör risk faktörü 65 yaşının üstünde olmak iken, en sık görülen major risk faktörü bilinç kapalılığı ve kooperasyon bozukluğudur. Evde bakım alanların belli aralıklarla düşme riski değerlendirilmelidir.
Objective: We aimed to determine the frequency and the risk factors associated with falling in patients registered to home care unit. By assesing these results to we try to increase the effectiveness of the prevention strategies at the community level. Methods: This descriptive research was conducted between January 1-February 28, 2015. One hundred-eighty four patients were visited at home by Samsun Educatin and Research Hospital Home Care Unit. The patients or the caregivers who signed the informed consent form had a questionnary about socio-demograghic data and face to face Itaki Fall Risk Scale. The data were evaluated using the SPSS 20.00 package program.The distribution of the data was evaluated by the Pearson Ki Kare, Mann-Whitney U, KruskalWallis test, Logistic regression analysis test.p values< 0.05 were accepted as statistically significant. Results: The mean age of a hundred-eighty four patients were 74.4±7.8 year. 55.5% of them were female. 51.3% of patients were independent on the bed.The most common diagnosis we saw in patients was Alzheimer 30.3% (n=56). Risk of falling were found significantly higher in those with over 65 years of age, and also in patients with chronic illness and drug usage history. (p values<0.05) 55.5% of patients in home care have high fall risk. According the Itaki Fall Risk Scale the mean total score was 5.02±1.40, 5.10±1.40 in women, 5,04±1.32 in men. Conclusion: Fall risk is higher in home care patients. The most common minor risk factor is being over sixty-five years old and the most common major risk factor is unconsciousness and lack of cooperativity. Fall risk should be assessed at certain intervals in home care patients

3.Research the relationship between obesity and depression ın outpatient clinics
Hülya Çakmur, Ümit Baran Güneş
doi: 10.15511/tahd.18.00258  Pages 58 - 65
Amaç: Obezite ve depresyon, tüm dünyada ve ülkemizde, sıklığı giderek artan önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmanın amacı; obez ve obez olmayan katılımcılarda obezite ve depresyon arasında ilişki olup olmadığını incelemektir. Yöntem: Bu çalışmaya 18 - 65 yaş grubunda, 92 obez ve 107 obez olmayan toplam 199 birey alınmıştır. Yaş grupları, ortalamaya göre sınıflandırılarak incelenmiştir. Beden bileşimi ölçümleri, Biyoelektriksel İmpedans analizi ile yapılmıştır. Obezite, Dünya Sağlık Örgütü tanımlanmasına göre; Beden Kütle İndeksi ?30 olarak sınıflandırılmıştır. Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği kullanılarak her iki grupta depresyon durumu incelenmiştir. Depresyon, tüm katılımcıların ölçek puan ortalamasının yer aldığı gruba göre derecelendirilmiştir. Bulgular: Her iki grupta toplam 118 olguda “hafif depresyon” saptanmıştır (%59,3). Obez olgularda kadınlarda depresyon riski 3,1 kat (OR=3.111, GA:1.262-7.667) yüksek ve fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Obez olmayan olgularda depresyon riski kadınlarda 2,4 kat (OR=2.449, %95 GA=0.939-4.387) yüksek bulunmuş, ancak güven aralığının “1” değerini içerdiği ve farkın istatistiksel anlamlılık değerine yakın olduğu görülmüştür. Tüm katılımcılarda, depresyon riski kadınlarda 2,7 kat (OR=2.680, GA: 1.246-5.938) yüksek bulunmuş ve farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür. Obez olgularda depresyon riskinin obez olmayan olgulara göre 2,9 kat (OR=2.453, GA:1.363-6.713) yüksek olduğu ve farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışmada, obez ve kadın katılımcılarda depresyon riski, obez olmayanlara ve erkeklere göre istatistiksel olarak anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur.
Objective: Obesity and depression, is an important health problem whose frequency is ever-increasing. The aim of this study is to examine whether there is a relationship between obesity and depression in obese and non-obese participants. Methods: A total of 199 individuals in the 18-65 age group, 92 obese and 107 non-obese, were included in this study. Age groups were categorized according to mean values. Body measurements were conducted through Bio-electrical Impedance Analysis. Obesity was classified as ?30 according to body mass index of the World Health Organization. Depression cases in both groups were studied by using The Hamilton Rating Scale for Depression. Depression was graded according to the scale in which all participants had a scale point average. Results: A total of 118 cases of depression were detected in both groups (59.3%). The risk of depression in women with obesity was 3.1 times higher (OR=3.111, GA:1.262-7.667) than in men, and the difference was statistically significant. The risk of depression in non-obese participants was found to be 2.4 times higher in women (OR=2.449, GA: 0.939- 4.387) than in men, but the confidence interval was found to be including “1” number, and the difference was close to statistical significance. In all participants, the risk of depression was found to be 2.7 times higher in women (OR=2.680, GA:1.246-5.938) than in men, and the difference was found to be statistically significant. The risk of depression in obese subjects was 2.9 times higher (OR=2.453, GA:1.363-6.713) than in the non-obese subjects, and the difference was statistically significant. Conclusion: In this study, the risk of depression in obese and female participants was found to be statistically significantly higher than that in non-obese and males.

4.Inhaler device usage skills in patients at pulmonology clinics
Şeyma Başlılar, Bengü Şaylan, Gülay Oludağ, Nesrin Sarıman
doi: 10.15511/tahd.18.00266  Pages 66 - 77
Amaç: Obstrüktif akciğer hastalıklarının tedavisinde, bronkodilatör ve antiinflamatuvar ilaçlar çoğunlukla inhalasyon yolu ile kullanılmaktadır. İnhaler ilaç uygulamasında görülen hatalar, hastaların hedeflenen dozlarda ilaç alamamalarına hatta tedavisiz kalmalarına neden olabilmektedir. Bu çalışmada inhaler cihazların doğru kullanımını etkileyen faktörlerin belirlenmesi hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 01.06.2010-30.12.2010 tarihleri arasında Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran daha önce astım/KOAH tanısıyla inhaler tedavi verilmiş hastaların, retrospektif olarak inhaler ilaç kullanma becerileri değerlendirilerek hatalı kullanıma etkili faktörler araştırıldı. Çalışmaya inhaler cihaz kullanmakta olan 751 hasta (E/K:254/497) alındı. Hastaların yaş, cinsiyet, eğitim durumu, yakınma süresi, kullanılan cihaz bilgileri ve inhaler cihazlarını kullanma yöntemleri kayıtlardan elde edildi. Kullanım becerileri Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği ‘İnhalasyon Tedavileri’ Çalışma Grubunun hazırladığı inhaler ilaç kullanma beceri çizelgesine göre değerlendirildi. Bulgular: Hastaların %74’ü ilaçlarını doğru olarak kullanmaktaydı. Doğru kullanım oranları ölçülü doz inhaler (ÖDİ)’de % 66.3 ve kuru toz inhalerde (KTİ) % 76-81 arasında değişmekteydi (p=0.03, p<0.05). İleri yaş (60 yaş üzeri), okur-yazar olmama veya ilkokul mezunu olma, yakınma süresinin üç aydan kısa olması ve ÖDİ cihaz seçimi hatalı kullanmada etkili faktörlerdi. Çalışmada cinsiyete göre kullanım durumları arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı. Cihazı hatalı kullanım durumuna yaş, eğitim durumu, yakınma süresi ve ÖDİ cihazını kullanma parametrelerinin etkilerini Backward Stepwise lojistik regresyon analizi ile değerlendirdiğimizde; ilacı hatalı kullanımda ileri yaşın (60 yaş üzeri), düşük eğitim düzeyi (okur-yazar olmama veya ilkokul mezunu olma), yakınma süresinin 0-3 ay olması ve ÖDİ cihazını kullanma durumlarının sırasıyla 3, 4.6, 17.5 ve 1.8 kat arttırıcı etkisi olduğu görülmüştür. Sonuç: İnhaler ilaç kullanımı gerektiren durumlarda hastanın kolaylıkla kullanabileceği cihazların hastanın yaş, eğitim düzeyi ve becerisi değerlendirilerek tercih edilmesi ve uygulamalı eğitimin verilerek takip edilmesinin önemli olduğu sonucuna varıldı.
Aim: In the treatment of obstructive lung diseases, large number of drugs (both bronchodilator and antiinflammatory drugs) have been used by inhalation. Due to the errors made during inhaler drug administration patients either don’t take targeted doses, or even any medication. In the present study we aimed to determine factors affecting the correct use of inhaler devices. Materials and Method: Patients who were followed up in Ümraniye Training and Research Hospital Chest Diseases Department between 01.06.2010- 30.12.2010 for asthma and/or chronic obstructive pulmonary disease were retrospectively evaluated. All the patients received inhaler drug treatment previously. The ability to use inhaler drugs and causative factors for improper use were investigated. The study included 751 patients (M/F:254/497). Patients’ age, gender, education level, duration of symptoms and the devices used were achieved from the records. Using skills were evaluated according to the chart prepared by the Turkish Respiratory Society ‘Inhalation Therapies’ Working Study Group. Results: Seventy-four percent of patients were using their drugs correctly. Correct utilization rate was 66,3% for Metered Dose Inhaler (MDI) and, it was ranged from 76-81% for Dry Powder Inhaler (DPI) (p=0.030, p<0.05). Advanced age (>60 years old), to be literate or graduated from primary school, duration of symptoms (< 3 months), and MDI device selection were affecting improper use. There was no statistically significant difference between genders for device use. Effects of age, education, duration of symptoms on the improper use of MDI devices were evaluated by backward stepwise logistic regression analysis. Advanced age (> 60 years old), to be literate or being graduated from primary school, duration of symptoms (< 3 months) and MDI device use increased the risk by 3, 4,6, 17,5 and 1,8 times respectively. Conclusion: We concluded that in the presence of conditions necessitating the use of inhalers, the devices easy to use should be preferred regarding the age, education level and the skill of the patient. Practical inhaler device training should be given and assessed during follow-up visits.

5.Patient satisfaction in primary care and the relationship with physicians’ job satisfaction
Sezgin Turgu, Serdar Öztora, Ayşe Çaylan, Hamdi Nezih Dağdeviren
doi: 10.15511/tahd.18.00278  Pages 78 - 91
Amaç: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı tarafından yu¨ru¨tu¨len bu çalışma; Edirne il merkezi aile sağlığı merkezlerine başvuran hastaların memnuniyet düzeyleri ile bu sağlık kuruluşlarında çalışan hekimlerin iş doyumu düzeylerini ölçmek ve aralarındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapıldı. Yöntem: Çalışmaya Edirne il merkezindeki aile sağlığı merkezlerinde çalışan hekimler ve aile sağlığı merkezlerine başvuran, 18 yaş üzerindeki hastalar alındı. 39 aile hekimi ve 1170 hasta ile yapılan, kesitsel tipte olan çalışmadaki verilerin toplanmasında, hastalar için kişisel bilgiler formu ile European Patients Evaluate General/Family Practice (EUROPEP) Ölçeği Tu¨rkçe Versiyonu, hekimler için ise kişisel bilgiler formu ile Minnesota İş Doyum Ölçeği kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların memnuniyet düzeylerinin; aylık hane geliri, yaş, eğitim seviyeleri, medeni durum, çocuk sahibi olma, sürekli hastalık varlığı ve cinsiyet ile ilişkili olduğu saptandı. Hastaların eğitim seviyeleri ve aylık hane gelirleri ile memnuniyet düzeyleri arasında negatif yönde bir ilişki varken; yaş, çocuk sahibi olma ve su¨rekli hastalık varlığı ile aralarındaki ilişki pozitif yöndeydi. Çalışmaya katılan hekimlerin %33,3’u¨ yu¨ksek, %66,7’si orta du¨zeyde genel iş doyumuna sahipti. Hekimlerin iş doyumu du¨zeyleri sosyodemografik özelliklerinden sadece yaş ile ilişkili bulunurken, hekimlerin iş doyumu du¨zeyleri ile hastaların memnuniyet dereceleri arasında anlamlı bir ilişki saptandı. Sonuç: Birinci basamak sağlık hizmetlerinin sağlık sistemi ve toplum sağlığındaki önemi du¨şu¨nu¨ldu¨ğu¨nde, birinci basamakta çalışan hekimlerin iş doyumuna ve sağlık hizmeti almak için bu merkezlere başvuran hastaların memnuniyet düzeylerine etki eden faktörleri belirlemek, verilen hizmeti daha da iyileştirebilmek açısından son derece önemlidir. Bu nedenle birinci basamak başta olmak üzere sağlık hizmeti veren tu¨m merkezlerin hastalar tarafından belirli aralıklarla değerlendirilmesinin ve hekimler ile diğer sağlık çalışanlarının iş doyumu du¨zeylerinin ölçu¨lmesinin, sağlık hizmetlerindeki eksikliklerin giderilmesinde ve kalitenin arttırılmasında etkili olacağı du¨şu¨nu¨lmektedir.
Objective: The aim of this study, conducted by the Department of Family Medicine of Trakya University Medical School, was to determine the levels of patient satisfaction in Family Health Centers and job satisfaction of the doctors’ in these centers, and to evaluate their relationship. Methods: Doctors working in Family Health Centers in Edirne City center and patients above the age of 18 admitted to them were included in the study. In this cross-sectional study, data from 1170 patients were collected via a questionnaire comprising of sociodemographic questions with the Turkish version of European Patients Evaluate General/Family Practice (EUROPEP), whereas data from 39 Family Doctors were collected via a questionnaire comprising of sociodemographic questions with the Minnesota Job Satisfaction Questionnaire. Results: A relationship between the level of satisfaction of the patients and monthly house income, age, education level, marital status, child status, chronic disease and gender was determined. While there was a negative relationship with education status and monthly house income; there was a positive relationship with age, child status and the presence of chronic disease.The level of job satisfaction of the doctors included in the study was high among 33.3% and medium among 66.7%. While the job satisfaction only related with age, there was a significant relationship between doctors’ job satisfaction and patients’ satisfaction levels. Conclusion: Considering the importance of primary care health services on health system and community health, it is extremely important to determine the factors affecting the primary care doctors’ job satisfaction and the satisfaction of patients who are seeking medical help in order to improve the quality of the provided service.Thus, periodic evaluations of the primary and other health care services by the patients and determinations of the job satisfaction levels of the doctors and other health care providers seem to have a positive effect on eliminating the drawbacks of the health care services and improving the health care quality.

6.An overview of smoking habits of state hospital staff workers
Fatih Üzer
doi: 10.15511/tahd.18.00292  Pages 92 - 99
Bulgular: Çalışmaya ortalama yaşı 33,82±10,47 olan, 107 (%33,86) erkek, 219 (%66,14) kadın katıldı. Çalışmamızda katılımcıların 111’nin (%30,04) halen sigara kullandığı, 215’inin (%65,96) kullanmadığı, 17’sinin (%5,37) ise daha önce kullanıp şu anda kullanmadığı saptandı. Sigara içenlerin yaş ortalaması 36,53±8,88 yıl, sigara içmeyenlerin yaş ortalaması 32,53±10,93 yıl olarak tespit edildi. Sigara içenler içmeyenlere göre istatistiki anlamlı düzeyde daha yaşlıydı (p<0.001). Sigara içicilerinin ortalama FNBT skoru 4,04 ± 2,81 (0-10), sigaraya başlama yaşı 20,10 (7-35), sigara tüketim miktarı 16,69 (1-70) paket yıl olarak saptandı. Katılımcıların sosyal statüleri arttıkça sigara kullanma alışkanlığında azalma tespit edildi, ancak okur yazarlık düzeyi ile sigara kullanımı arasında istatistiki anlamlı farklılık tespit edilmedi. Sonuç: Sağlık çalışanlarında sigara içme düzeyi yüksek sayılabilecek bir düzeydedir. Sigara içme davranışının, erkeklerde kadınlardan daha yüksek olduğu, sigara içenlerin daha yaşlı olduğu, sosyal statünün düştükçe sigara tüketiminin arttığı sonucuna varılmıştır. Eğitim düzeyi ile sigara kullanma alışkanlığı arasında bir ilişki tespit edilemedi
Results: A total of 326 participants with a mean age of 3 3.82±10,47 years, of which 107 (33.86%) male and 219 (66.14%) female, participated in the study. Of our participants, 111 (30.04%) were current smokers, 215 (65.96%) were never smokers and 17 (5.37%) were former smokers. The mean age of the smokers was 36.5 ± 8.8 years, and the mean age of the non-smokers was 32.5 ± 10.9 years. Smokers were significantly older than those who did not smoke (p <0.001). The mean FNDT score of smokers was 4.04 ± 2.81 (0-10), the mean age at starting smoking was 20.10 (7-35) and the amount of cigarette consumption was 16.69 (1-70) pack years. As the participants’ social status decreased, smoking rate increased, but no statistically significant difference was found between education level and smoking habits. Conclusion: The rate of smoking among health workers is high. Smoking behavior was higher in males than females, smokers were older, cigarette consumption increased as social status dropped. There was no relationship between education level and smoking habit.

LookUs & Online Makale