ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TÜRKİYE AİLE HEKİMLİĞİ DERGİSİ - Türk Aile Hek Derg: 17 (3)
Cilt: 17  Sayı: 3 - 2013
KLINIK MAKALE
1.
Akademik aile hekimliği 20 yaşında
Twenty years of academic family medicine
Okay Başak
doi: 10.2399/tahd.13.00095  Sayfa 95
Makale Özeti

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.
Huzurevinde yaşayan yaşlıların yaşam kaliteleri ve etkileyen faktörler
Evaluation of the quality of life and affecting factors in the elderly living in nursing homes
Mustafa Haki Sucaklı, Betül Bakan, Mustafa Çelik
doi: 10.2399/tahd.13.02966  Sayfalar 96 - 100
Amaç: Bu çalışmada huzurevinde kalan yaşlıların sosyodemografik özellikleri, yaşam kaliteleri ve yaşam kalitelerini etkileyen faktörlerin tespit edilmesi amaçlandı. Yöntem: Çalışma grubunu Kahramanmaraş merkez huzurevinde kalan yaşlılar oluşturmaktadır. Huzurevinde 93 yaşlı barınmaktadır. Yaşlıların 91’ine sosyo-demografik özelliklerini tespite yönelik hazırlanan anket uygulandı. Yeterli bilişsel fonksiyonlara sahip olan 42 yaşlıya ise Türk toplumuna uyarlanmış yaşam kalitelerini ölçmeye yönelik kısa form 36 uygulandı. Bulgular: Yaşlıların %65.9’u erkek, %34.1’i kadın, yaş ortalamaları 75.8±8.1, huzurevinde kalma süreleri 3.1±2.5 yıl olarak hesaplandı. Huzurevinde kalan yaşlıların %17.6’si sigara, %14.3’ü Maraş otu olmak üzere toplamda %31.9’u nikotin bağımlısı idi. Yaşlıların %80.2’sinin en az bir kronik hastalığı vardı. Katılımcıların kısa form-36 yaşam kalitesi ölçeğinin fiziksel sağlık özet skala puan ortalaması 42.25±13.04, mental sağlık özet skala puan ortalaması ise 44.98±9.89 olarak tespit edilmiştir. Sonuç: Elde ettiğimiz sonuçlar huzurevinde kalan yaşlıların yaşam kalitelerinin oldukça düşük olduğunu göstermektedir. Huzurevlerinde kalan yaşlıların yaşam kalitelerinin ve yaşam kalitelerini etkileyecek tüm değişkenlerin incelenmesi bu alandaki müdahaleler için veri sağlayacaktır. Bu veriler ışığında huzurevinde kalan yaşlıların yaşam kalitelerini arttırmaya yönelik faaliyetlere hız verilmesi gerekmektedir.
Objective: To determine socio-demographic features and the quality of life and associated factors in the elderly living in nursing homes. Methods: The study sample consisted of all the elderly living in a nursing home in the centre of Kahramanmarafl. Ninety-three elderly people were living in the nursing home. Ninety-one elderly people completed a questionnaire composed of questions about demographic features. Forty-two elderly people with sufficient cognitive functions filled in the short form of SF-36 which had been adapted to Turkish culture before to determine the quality of life. Scores to be obtained from SF-36 range from 0 to 100. High scores indicate an improved quality of life. Results: Out of all the elderly people included in the study, 65.9% were male and 34.1% were female. The mean age of the participants was 75.8±8.1 years and the mean duration of residence in the institution was 3.1±2.5 years. Seventeen point six percent of the elderly people were smokers, 14.3% were using Maras powder and 31.9% were nicotine addicts. Eighty point two percent of the elderly people had at least one chronic disease. The mean scores obtained by the participants were 42.25±13.04 for physical health and 42.25±13.04 for mental health in SF-36. In addition, the lowest score obtained from the subscales of SF-36 was 41.77 ± 9.83 for general health and the highest score was 50.36±9.82 for vitality. Conclusions: It can be concluded that the elderly living in the nursing home had a very low quality of life. Further studies on the quality of life of elderly people living in nursing homes and factors affecting the quality of their life will shed light on and accelerate interventions likely to be performed to improve the quality of their life.

3.
Çocuklarda tiroid hormon düzeylerinin obezite ile ilişkisi
The relationship between thyroid hormone levels and obesity in children
Ferhat Ekinci, Arzu Uzuner, Niyazi Tosun
doi: 10.2399/tahd.13.25743  Sayfalar 101 - 105
Amaç: Tüm dünyada epidemik özellik gösteren bir sağlık sorunu olan obezite, çocuk yaş grubunu da etkilemektedir. Son yıllarda medikal tedavi için başvuran obez çocuk sayısında artma ile birlikte obezite ve tiroid fonksiyon testleri arasındaki ilişki ilgi çekmektedir. Bu çalışmanın amacı, çocukluk çağında tiroid hormon düzeylerinin obezite ile ilişkisini araştırmaktır. Yöntem: Bu amaçla Nisan-Ağustos 2011 tarihleri arasında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Aile Hekimliği ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları polikliniklerine çeşitli nedenlerle başvuran 5-11 yaş arasındaki çocuklar çalışmaya alındı. Tüm çocuklarda BKı (beden kitle indeksi) persentilleriyle TSH ve sT4 düzeyleri arasındaki ilişki araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya 5-11 yaş arası300 çocuk dahil edildi. Çocukların 159’u kız, 141’i erkekti. Çalışmaya alınan çocukların ortalama yaşı8.4±2.1 yıldı. Normal kilolu (5-85p) grupta 100, fazla kilolu (86- 95p) grupta 74, obez (>95p) grupta 126 çocuk yer aldı. Normal kilolu grubun %1’inin, fazla kilolu grubunun %9.5’inin, obez grubun %11.9’unun TSH düzeyi yüksekti. TSH düzeyi obez grupta diğer gruplara göre anlamlı olarak yüksek bulunurken (p=0.007) sT4 ile BKI arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı(p=0.395). BKI ile TSH değeri arasındaki korelasyon değerlendirildiğinde, istatistiksel olarak anlamlı ancak zayıf bir korelasyon bulundu (r=0.152; p<0.001). Sonuç: Araştırmamızda literatürle uyumlu olarak TSH değerinde yükselme ile BKI arasında anlamlı bir ilişki saptanırken, sT4 düzeyleri ile BKI arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı.
Objective: Obesity which is an epidemic health problem, also effects pediatric population. Recently more attention is paid on obesity and thyroid function tests as more obese children are seeking for medical care. Aim of this study is to investigate the relationship between thyroid hormone levels and obesity in childhood period. Methods: Children between 5-11 years old who attended at Marmara University Family Medicine and Pediatry outpatient clinics for various reasons between April 2011 and August. 2011 were enrolled in the study. Blood samples for TSH and fT4 were collected from all children. Results: 300 children aged between 5-11 years were enrolled in the study. 159 of all children were girls and 141 of all children were boys. Mean age of the children was 8.4±2.1 years. There were 100 children in normal weight group (5-85p), 74 children in overweight group (85-95p), 126 children in obese group (>95p). TSH levels were high in 1% of normal weight group, 9.5% of overweight group and 11.9% of obese group. TSH levels of obese group were significantly higher than other groups (p=0.007) but there wasn’t any significant relationship between fT4 and BMI (p=0.395). There was a statistically significant, but weak correlation between BMI and TSH levels (r=0.152; p<0.001). Conclusions: In our study, as compatible with the literature we found statistically significant relationship between BMI and elevation of TSH. fT4 levels and BMI did not correlate significantly.

4.
Evde sağlık birimine başvuran yaşlı hastaların beslenme durumları
Nutritional status of elderlies admitted to home health care service
Hülya Akan, Arzu Ayraler, Osman Hayran
doi: 10.2399/tahd.13.36035  Sayfalar 106 - 112
Amaç: Beslenme yetersizliği yaşlı kişilerde sıktır. Evde bakım hizmeti alan yaşlılarda ise genel yaşlı popülasyondan daha sık beslenme yetersizliği gözlenmektedir. Bu çalışmada evde sağlık hizmeti alan yaşlı hastaların beslenme durumlarının değerlendirilmesi ve sosyodemografik değişkenler ve laboratuar parametreleri ile ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Bu kesitsel çalışma Ağustos 2011 ve Eylül 2012 tarihleri arasında Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Evde Bakım Birimine başvuran ve 65 yaş üstünde terminal hastalığı olmayan hastalar arasında yürütülmüştür. Sosyodemografik özellikler ve laboratuar sonuçları standardize edilmiş olan evde sağlık birimi hasta dosyalarından alınmıştır. Beslenme açısından değerlendirme için Mini Nütrisyonel Değerlendirme testi hemşire veya doktor tarafından uygulanmıştır. Test skorları 23.5-30 arası normal, 17-23 arası malnütrisyon riski ve 17’nin altı malnütrisyon olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya toplam 89 kişi dahil edilmiştir. Oniki kişinin (%13.5) beslenme durumu normaldir ve 34 kişide (%38.2) malnütrisyon riski ve 43 kişide (%48.3) malnütrisyon bulunmaktadır. Yatağa bağımlı, bası ülseri olan, hipertansiyonu veya koroner kalp yetmezliği olanlarda malnütrisyon ve malnütrisyon riskinin diğerlerinden daha fazla (p<0.05) olduğu saptanmıştır. Bakımını kendisi sağlayanlarda da malnütrisyon ve malnütrisyon riski daha fazladır (p<0.05). Malnütrisyonu olanlarda total protein ve albumin önemli şekilde daha düşük, sedimentasyon ve CRP ise önemli şekilde daha yüksektir (p<0.05). Sonuç: Evde sağlık hizmeti alanlarda malnütrisyon riski ve malnütrisyon sıktır. Bu hastaların beslenme açısından değerlendirilmeleri ve uygun girişimlerle beslenme durumlarının düzeltilmesi genel sağlık durumlarını ve yaşam kalitelerini ve hastalıklarına bağlı komplikasyonları olumlu yönde etkileyecektir.
Objective: Undernutrition is common among the elderly. It is even more common in the older people taking home care compared to general population. In this study, it is aimed to examine nutritional status of elderly patients taking home-health care service and its relation with sociodemographic variables and laboratory parameters. Methods: This cross-sectional study was carried out between August 2011 and September 2012 in home health care unit of Taksim Research and Training Hospital in Istanbul also providing home health care service to an elderly institute. For sociodemographic features health status and laboratoy parameters, the nationally standardized patient files have been used. Mini Nutritional Assesment test has been used for nutritional assessment and applied by the nurse or the doctor. Scores classified as normal nutrional state as risk for malnutrition between 17-23, and below 17 as malnutrition. Results: A total of 89 elderly patients included in the study. Twelve (13.5%) were in normal nutritional status, 38.2% were at risk for malnutrition and 48.3% were malnourished. The presence of a wound/pressure ulcer, being bed-ridden, suffering from hypertension or cardiac insufficiency were significantly associated with malnutrition (p<0.05). Self-caring people were also at higher risk for malnutrition or were more malnourished (p<0.05). Total protein, albumin were significantly lower and CRP were significantly higher among the participants who were malnourished (p<0.05). Conclusions: Malnutrition and risk of malnutrition are common among elderly patients taking home health care service. To assess the nutritional status of patients taking health care service at home and to intervene as it is needed will positively effect general health status, quality of life and complications of chronic diseases of these patients.

5.
Erişkinlerin erişkinlik dönemi aşıları hakkındaki bilgi, tutum ve davranışları
Knowledges, attitudes and behaviours of adults about adult vaccines
Zeynep Aşık, Tuğba Çakmak, Pınar Bilgili
doi: 10.2399/tahd.13.55265  Sayfalar 113 - 118
Amaç: Erişkin bağışıklaması tüm dünyada güncel bir konudur. Bu çalışmadaki amaç erişkinlerin erişkin aşıları konusundaki bilgi, tutum ve davranışlarının belirlenmesidir. Yöntem: Tanımlayıcı nitelikteki çalışmamızda, Antalya merkez beş ilçesinden en çok nüfusa sahip üç ilçesinde bulunan beş ASM’ye başvuran hastalara 18 soru içeren bir anket yüzyüze görüşme tekni ği ile uygulanarak demografik bilgiler ile birlikte halkın erişkin dönem aşılarıyla ilgili bilgi, tutum ve davranışları araştırılmıştır. Elde edilen veriler SPSS 19 programına girilerek, tanımlayıcı analizlerde ortalama ve standart sapma, karşılaştırmalarda ise ki-kare, KruskalWallis testleri ile Spearman korelasyon analizi kullanılmıştır. P<0.05 değeri anlamlı olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan 50 kadın ve 50 erkek olmak üzere toplam 100 yaşları 19-63 arasında değişmekte olup, ortalama eğitim süresi 9.9±4.3 yıl idi. Katılımcıların %41’i hayatının herhangi bir döneminde hiç erişkin aşısı yaptırmamışken, %59’u en az bir kez yaptırmıştı. En fazla yapılan aşı tetanozdu (43 kişi). Erişkin aşıları ile ilgili bilgileri araştırıldığında, katılımcıların %37’si yalnızca bazı hastalıkları bulunan erişkinlerin aşılanması gerektiğini ve tüm toplumu aşı- lamanın gerekli olmadığını; %36’sı erişkin aşılarının varlığından bilgisi olduğunu, ancak bu aşıların neler olduğunu iyi bilmediğini belirtmekteydi. Katılımcılar tarafından en fazla bilinen erişkin aşısı influenza %32 idi; bunu sırasıyla tetanoz %30 (17), hepatit-B aşısı %12 (7), HPV %9 (5), pnömokok %5 (3), KKK %3 (2), zona %1 (1), kuduz %1 (1), menenjit %1 (1) izlemekteydi. Katılımcıların erişkin aşıları konusundaki düşünceleri değerlendirildiğinde, aşı yaptıran ve yaptırmayan gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı (p>0.05) saptandı. Sonuç: Çalışmamız sonunda halkın erişkin dönem aşıları hakkında yeterli bilgi birikimine sahip olmadığı, buna bağlı olarak erişkinlik döneminde istenen ölçüde aşı yaptırmadığı görülmüştür.
Objective: Adult immunization is currently a center of interest for all over the world. The aim of this study is to investigate knowledge, attitude and behaviors of adults regarding adult immunization. Methods: In this descriptive study, a questionnaire consists of 18 items exploring demographic variables and knowledge, attitude and behaviors regarding adult immunization was implemented to the patients admitted to the five family health centers in three major central districts of Antalya. Data was analyzed with SPSS 19 software. Mean and standard deviations were used for descriptive analysis as well as Chi-square, Kruskal-Wallis tests and Spearman correlation analysis were used for comparisons. P<0.05 was accepted for statistical significance. Results: Ages of the 100 participants were ranged between 19-63 and mean duration of education were 9.9±4.3 years. 50% of the participants were female. 59% had at least one immunization procedure during their adult lives. Majority of these vaccinations were tetanus toxoid (43 participants). Regarding knowledge about immunization, 37% of respondents stated that only adults with certain diseases should be vaccinated and immunization of the whole community is not necessary; 36% of participants stated that they know that there are vaccines for adults but they don’t know what these vaccines are. The most well-known vaccine was influenza vaccine (32%) followed by tetanus (30%), hepatitis-B (12%), HPV (9%), pneumococcal vaccine (5%), MMR (3%), Herpes zoster (1%), rabies (1%) and meningitis (1%). Immunized and non-immunized participants did not significantly differ in their opinions about adult immunization (p>0.05). Conclusions: Our study suggested that adults do not have sufficient knowledge about adult immunization which is leading to low immunization rates below desired leve

6.
Diabetes mellitus’lu hastaların anksiyete, depresyon durumları ve yaşam kalitesi düzeyleri
Anxiety, depression and quality of life among the patients with diabetes mellitus
Bilge Sönmez, İsmail Kasım
doi: 10.2399/tahd.13.00004  Sayfalar 119 - 124
Amaç: Diyabetik hastalarda başta depresyon ve anksiyete bozuklukları olmak üzere ruhsal bozuklukların genel popülasyona oranla daha sık görüldüğü bildirilmektedir. Tip 2 diabetes mellitus'ta (DM) depresyon ve anksiyete görülmesindeki bu artış beraberinde hastanın uyumunu, tedaviye cevabını, hastalığın prognozunu olumsuz etkilemektedir. Ayrıca özbakım ve yaşam kalitesinde bozulmaya, komplikasyon gelişme riski, mortalite ve sağlık harcamalarında artışa neden olmaktadır. Günümüzdeki tedavi rehberleri DM’lu hastaları depresyon ve anksiyete yönünden taramayı, psikolojik sorunları saptananları mutlaka tedavi etmeyi önermektedir. Biz çalışmamızda dünyada ve ülkemizde önemli bir halk sağlığı sorunu olan Tip 2 DM’lu hastaların anksiyete ve depresyon durumları ile yaşam kalitesi düzeylerini ve bunlarla ilişkili olabilecek faktörleri ortaya koymayı amaçladık. Yöntem: Çalışmamıza Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği polikliniğine başvuran, Tip 2 DM’lu 400 hasta dahil edildi. Tüm hastalara, sosyo-demografik özellikleri ve hastalıklarıyla ilgili genel durumu değerlendirmek için bir anket, depresyon ve anksiyete durumlarını değerlendirmek için Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD), genel yaşam kalitesini değerlendirmek için EQ5D ölçeği uygulandı. Bulgular: Araştırmamızda hastaların %21.8’inde anksiyete, %42.0’sinde depresyon bulunduğu gözlendi. Kadınlarda hem depresyon (p=0.001) hem de anksiyete açısından (p=0.001) erkeklerden daha yüksek puan saptandı. Depresyon ile yüksek eğitim düzeyi, düşük sosyoekonomik düzey, hastalık süresinin uzunluğu ve hipertansiyonun eşlik etmesi ve herhangi bir komplikasyon varlığı arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0.05). Vücut kitle indeksi (VK‹), diyabet süresi ve komplikasyon varlığı anksiyete ile ilişkili bulunmuştur (p<0.05). Yaşam kalitelerine bakıldığında; normalin üstünde kilolu ya da hipertansiyonu bulunan kadınların yaşam kalitelerinin anlamlı olarak düşük olduğu (p<0.05) gözlendi. Sonuç: Bu çalışma diyabet hastalarında sık görülen depresyon ve anksiyetenin komorbidite, komplikasyonlar, VKI gibi çeşitli faktörlerle ilişkili olduğunu göstermektedir. iyi bir aile hekimliği uygulamasının bu faktörleri etkileyerek anksiyete ve depresyon oranını azaltabileceğinin daha ileri çalışmalar ile gösterilmesi gerekir.
Objective: Depression and anxiety are more common among the patients with diabetes in comparing with healthy people. Anxiety and depression, adversely affect the diabetic patients’ compliance, response to treatment and prognosis. Also, they increase the risk of complications, mortality and health costs, and decrease the quality of life and self-care. Recent guidelines recommend to screen depression and anxiety among diabetes patients and treat patients with any psychological problems. The aim of this study is to investigate the frequency of anxiety and depression among type two diabetes and determine their relation with quality of life. Methods: Four-hundred type 2 diabetes mellitus patients are included in the study, who applied to Ankara Numune Training and Research Hospital, Family Medicine Department. A questionnaire is applied that investigates socio-demographic factors and stage of the disease among patients. Also, HAD scale for screening depression and anxiety and, EQ5D scale for assessing quality of life are used. Results: 21.8% of the patients had anxiety, and 42.0% had depression. Women had higher scores both for depression (p=0.001) and anxiety (p=0.001) than men. Depression was related with higher education level, low socioeconomic level, duration of the illness, existence of hypertension and complications (p<0.05). BMI, duration of diabetes, existence of complication were also found related with anxiety (p<0.05). Quality of life was significantly lower among the obese and hypertensive patients (p<0.05). Conclusions: This study shows that depression and anxiety among patients with diabetes are related with various factors like comorbidity, complications, BMI. Further studies are needed to show, carefull and good planned family medicine care can decrease depression and anxiety prevalence by effecting these factors

DERLEME
7.
Elektronik (e) reçete uygulaması ve akılcı ilaç kullanımına katkısı
Electronic (e) prescription practice and its contribution to rational drug use
Ahmet Akıcı, Refik Altun
doi: 10.2399/tahd.13.00003  Sayfalar 125 - 133
Reçete, üzerinde yazılı bilgi ve talimatlar doğrultusunda tedavinin yapılabilmesi için eczacıya ve hastaya yönelik tıbben ehil kişilerce düzenlenmiş bir evraktır. Geçmişte daha çok elle kâğıda yazılması bir gelenek haline gelmiş olan reçete, günümüzde elektronik ortamda da yazılmaktadır. Elektronik (e) reçeteler, ilgili tüm format bilgilerinin ve rutin işlemlerinin (ilacın temini, geri-ödemesi, kaydı ve izlemi de dâhil) özel yazılımlar ve özel iletişim ağları sayesinde tümüyle elektronik ortamda yapıldığı reçetelerdir. Türkiye 2012 yılında bu uygulamayı pilot bölgelerde başlatmış olup, 15 Ocak 2013 tarihinden bu yana istisnai haller dışında Sosyal Güvenlik Kurumu geri ödemeli reçetelerde bu uygulamayı zorunlu hale getirmiştir. Elle kâğıda yazılan reçeteye kıyasla hız, kolaylık, doğruluk vb. pek çok bakımdan hekime, geri ödeme kurumuna, sağlık merkezine, eczacıya, hastaya ve diğer ilgili kişi ve kurumlara önemli avantajlar sunabilen e-reçete uygulamasının gereği gibi başarılı sürdürülmesi halinde, akılcı ilaç kullanımına da büyük yararları olacağı öngörülebilir. Henüz yeni sayılabilecek bu uygulama hakkında muhataplarının bilgi ihtiyacı içinde oldukları çeşitli platformlarda dile getirilmektedir. Bu yazıda e-reçetenin tanıtımına, uygulama ayrıntılarına ve akılcı ilaç kullanımına katkılarına yer verilmiştir.
A prescription is a document that is prepared by medically qualified persons for the pharmacist and patient to implement the therapy according to the information and instructions written on it. Even though a prescription was traditionally written on paper in the past, nowadays it is mostly written electronically. Electronic (e) prescriptions are the ones which are prepared entirely electronically by a special software and communication networks of all related format information and routine procedures such as drug supply, reimbursement, registration and follow-up. Turkey initiated this practice in pilot areas in 2012 and the Social Security Institution has made it mandatory for the reimbursed prescriptions except for some limited cases since January 15, 2013. It is predictable that e-prescription would provide substantial benefits to rational use of drugs, in case of successful maintaining of e-prescription practice which can offer important advantages to the physician, reimbursement authority, health center, pharmacist, patient and the other relevant individuals and institutions in many respects like speed, convenience, accuracy etc. as compared to hand-written prescriptions. It is mentioned in various platforms that related individuals need information about this practice that is yet considered new. Introduction of e-prescription practice details and its contributions to rational use of drugs were included in this article.

OLGU SUNUMU
8.
Deli bal ile zehirlenen bir aile: Olgu sunumu
A family admission for poisoning with mad honey: a case report
Erhan Yengil, Mehmet Masuk Akhan, Duygu Yengil, Hüseyin Evren Öztürkoğlu, İbrahim Şilfeler, Ali Karakuş
doi: 10.2399/tahd.13.98608  Sayfalar 134 - 136
Deli bal zehirlenmesi, “Rhododendron ponticum” ve “Rhododendron luteum” çiçeklerinden beslenen arıların ürettiği, grayanotoksin içeren balın tüketilmesiyle oluşmaktadır. Dünyada Nepal, Kuzey Amerika, Brezilya ve Japonya’da, ülkemizde ise Doğu Karadeniz bölgesinde görülmektedir. Deli bal tüketimiyle oluşan zehirlenmelerde toksisite semptomları, az miktarda bal alımı ile bile gelişebilmektedir. Bu çalışmada, acil servise başvuran 35 yaşındaki anne ve 38 yaşındaki baba ile bunların 5 ve 10 yaşlarında iki kız çocuklarında görülen deli bal zehirlenmesi aile olgusu sunuldu. Anne ve babada baş dönmesi, bulantı-kusma, fenalaşma hissi ve karın ağrısı, çocuklarda ise hafif bulantı ve halsizlik şikâyetleri vardı. Her iki ebeveynde bradikardi ve hipotansiyon gözlenmesi üzerine bal yeme öyküsü araştırıldı ve sabah kahvaltıda bal yedikleri öğrenildi. Bu olgu sunumunda birçok hastalıkla karışabilen deli bal zehirlenmesinin teşhis ve tedavisinin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.
Poisoning with mad honey occurs by ingestion of grayanotoxin containing honey produced by bees fed with the flowers of “Rhododendron ponticum” and “Rhododendron luteum”. It is prevalent in Nepal, North America, Brazil and Japan, and in Eastern Black Sea region in Turkey. Toxic symptoms in case of poisoning by ingestion of mad honey may be seen even with very small amounts. It can cause life threatening conditions. In this case report, a family of 35-year-old mother, 38-year-old father and their 5 and 10-year old daughters poisoned with mad honey and admitted to the emergency department is presented. Parents complained of dizziness, nausea-vomiting, abdominal pain and faintness. Daughters had complaints of mild nausea and weakness. Upon the finding of bradycardia and hypotension in parents, mad honey consuming was questioned and a history of breakfast with honey was taken. In this case report, it was aimed to review of the diagnosis and treatment of mad honey poisoning that can be confused with many other diseases.

9.
Aile hekimliği disiplininde akademik yükselmeler ve doçentlik sınavları
Academic promotions in the discipline of family medicine and oral exams for associate professorship
ilhami Ünlüoğlu
doi: 10.2399/tahd.13.00002  Sayfalar 137 - 141
Türkiye’de aile hekimliği uzmanlığı 1983 yılında Tababet Uzmanlık Tüzüğü’nde yer almış ve ilk uzmanlık eğitimi 1985 yılında başlamıştır. 1993 yılında Yüksek Öğretim Kurulu’nun üniversitelerde dahili tıp bilimleri bölümlerine bağlı olarak aile hekimliği anabilim dallarının kurulması ile ilgili kararı disiplinin akademik gelişiminde önemli bir kilometre taşı oldu. İlk anabilim dalının kuruluşunu, üniversitelerde uzmanlık eğitiminin başlaması ve akademik kadrolara atanmalar izledi. Doçentlik sınavlarında ilk başarılı sonuç 1996 yılında alındı. Disiplinin akademik kadrosu her yıl gelişerek güçlendi. Akademik kadronun gelişim sürecinde, jürilerin oluşumunda standardizasyon olmaması bu sınavların önemli sorunlarından biri idi. Yıllar içinde disiplinin akademik kadrosunun sayıca artarak ve yükselerek gelişmesi bu sorunun çözümünde büyük rol oynadı. 01.06.2013 tarihi itibarı ile disiplinde doçent sayısı 92’ye ulaşırken; bu doçentlerin 20’si profesörlüğe atanmışlardır. Doçentlik unvanı nı kazananların çoğunluğu üniversitelerden (%79.4) olup; bu grubu Eğitim ve araştırma hastanelerinde çalışanlar (%13.0) ve birinci basamakta çalışanlar (%7.6) izlemektedir. Disiplinde doçent unvanı alan 92 akademisyenin 43’ü (%46.7) kadındır.
Legislation of family medicine specialization took place in 1983 in Turkey and the first vocational training program started in 1985 in training and research hospitals. Establishment of family medicine departments at universities in 1993, according to the regulatory decision of the Board of Higher Education was an important milestone in the development of family medicine as an academic dicipline. This development had been followed by residency training and appointment of academic positions in universities. The first successful results were taken in 1996 regarding promotion of associate professorship positions. Discipline was strengthened by developing academic staff each year. During the process of the development of academic staff, the formation of juries for evaluating applications of associate professorship was one of the major problems because of the lack of standardization. Over the years, increasing numbers of academic staff and the development of the discipline played a huge role in solving this problem. As of 01.06.2013, the number of associate professors reached to 92 and 20 of the associate professors among them appointed to professor degree. The majority of the associate professors are from universities (79.4%), and the second group are from training and research hospitals (13.0%), and 7.6% of them are from primary care. 43 of 92 (46.7%) associate professors were female in the discipline

DERLEME
10.
Düzeltme: 0-18 yaş çocuk ve adolesanlarda büyüme eğrileri
Erratum to: Growth charts for 0-18 year old children and adolescents
Ahmet Öztürk, Arda Borlu, Betül Çiçek, Canan Altunay, Demet Ünalan, Duygu Horoz, Elçin Balcı, Hasan Basri Üstünbaş, Meral Bayat, M.Mümtaz Mazıcıoğlu, Nihal Hatipoğlu, Selim Kurtoğlu, Servet Kesim, Vesile Şenol
doi: 10.2399/tahd.13.00142  Sayfalar 142 - 144
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale